
-
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
- +90 422 377 3000
- https://www.inonu.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF.DR. ALİ GÜRLEK
Üniversite: İnönü Üniversitesi
Bölüm: Tıp Fakültesi

ÇALIŞMA ALANLARI
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
BÖLÜM VII ÖZET Redüksiyon mamoplasti plastik cerrahi prosedürleri arasında en sık yapılan ameliyatlardan biri olup gerçek bir ustalık ve tecrübe gerektiren ameliyatlardandır. Daha çok estetik amaçlı gibi görünse de temel olarak rekonstrüktif bir işlemdir. Redüksiyon mamoplastinin temel hedefleri memenin duyu ve emzirme gibi fonksiyonlarının korunarak istenilen küçültmenin ve şeklin sağlanması, minimal iz kalması, uzun dönemde şeklin korunması ve tekrar sarkıklık oluşmamasıdır. Biz yaptığımız bu çalışmada Graf, İnferior, Lejour, McKissock tekniklerini yukarıda belirtilen temel amaçları sağlama konusunda karşılaştırdık. Ortalama 2,5 yıllık takiplerimizde bu tekniklerde oluşan değişikliklerin ölçülmesi ile objektif bir biçimde değerlendirmesini sağlayan yeni bir fotografik analiz yöntemini geliştirdik. Bu metodda hastaların preoperatif, erken postoperatif (postoperatif 1-6 ay) ve geç postoperatif (postoperatif 1-5 yıl) klavikula orta noktası-nipple (KN), sternal çentik-nipple (SN) mesafeleri ölçülmekte ve daha sonra fotoğrafları standart olarak 1,5 metre mesafeden rutin olarak dijital fotoğraf makinesi ile alınmaktadır. Bu çalışmada ölçümler arası değişikliklerin objektif olarak görülmesi ve değerlendirilmesini sağlamak amacıyla fotoğraflar bilgisayar ortamında Adobe Photoshop CS (Adobe Systems, Inc., San Jose, CA) programı kullanılarak çalışıldı Gerçek ölçümlere uygun kalibrasyon sağlanarak önce preop ile erken postop resimler birbirleri üzerine çakıştırılıp 86 üstteki resmin opasitesi düşürülerek değişimler objektif bir biçimde değerlendirildi. Nipple yer değiştirme miktarı (NYM), KN ve SN değerleri ölçüldü. Sonra aynı işlem ve ölçümler erken postop ve geç postop resimler üzerinde yapıldı. Çalışmamızda bu belirttiğimiz dört tekniği kendi arasında hem klinik hem de istatistiksel açıdan değerlendirdik. Elde edilen ölçümlerin istatistiksel analizine göre Graf tekniği uzun dönemde en iyi stabil kalan tekniktir. Daha sonra inferior teknik ve Lejour tekniği gelmektedir. En az stabil kalan teknik ise McKissock tekniği olup daha sonra Lejour tekniği gelmektedir. Skar oranı McKissock ve inferior pedikül tekniklerinde Graf ve Lejour tekniklerinden daha fazla görülmektedir. Duyu en iyi Graf tekniğinde daha sonra ise inferior teknikte korunabilmektedir. Pitozis oranı ve NAC’de yer değiştirme miktarı Lejour tekniğinde Graf tekniğine göre daha fazla olmakta ancak McKissock ve inferior tekniğe göre ise daha az görülmektedir. Graf tekniği ortalama 400 gr civarında yapılacak minimal redüksiyonlar için uygun bir metoddur. Lejour tekniği ortalama 800 gr eksizyon yapılacak vakalar için uygundur. Psödopitozis deformitesi en sık olarak McKissock tekniğinde karşımıza çıkmaktadır. En önemli avantajı ise geniş rezeksiyonlara imkan vermesi ve preoperatif planlama kolaylığıdır. Sonuç olarak orta ve küçük memelerde Graf tekniğini daha büyük memelerde ise inferior tekniği önermekteyiz. Sunduğumuz analiz yöntemi, hastalarda postoperatif dönemdeki değişikliklerin ve hatta yara iyileşmesine bağlı oluşabilen en ufak deformasyonları bile milimetrik düzeyde bir hassasiyet ile karşılaştırabilmeyi mümkün kılmaktadır. Anahtar kelimeler: Redüksiyon mamoplasti, fotografik analiz 87
Rinoplasti yapılan hastalarda farklı kortikosteroidlerin periorbital ekimoz ve ödem üzerine etkileri
VII-OZET Rinoplasti sonrası görülen periorbital ödem ve ekimoz hasta için rahatsızlık vericidir ve kozmetik sonuçlan etkileyebilir. Bunun önlenmesi ya da süresinin azaltılması amacıyla birçok ilaç denenmiştir. Çift kör plasebo kontrollü bu klinik çalışmada, açık rinoplasti yapılan hastalarda literatürde postoperatif inflamasyonun önlenmesi amacıyla kullanılan steroidlerden betametazon, deksametazon ve metilprednizolon eşit antiinflamatuar potens dozlarda kullanılmıştır. Etkinliklerini karşılaştırmak amacıyla nonsteroid antiinflamatuar bir ajan tenoksikam da ayrı bir grup olarak steroidlere ilave edildi. Herpes, tüberküloz, fungal enfeksiyon, psikoz, diabetes mellitus gibi kortikosteroid kullanılmasının kontrindike olduğu hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Betametazon 9 mg, deksametazon 8 mg, metilprednizolon 40 mg, tenoksikam 20 mg ve kontrol grubu olarak 37 hasta gruplara rastgele dağıtıldı. Hastalara ilaçlar indüksiyondan önce ameliyathanede başlandı ve takip eden üç gün devam edildi. İlaçlar günlük steroid salınması ile uyumlu olarak sabah saat 6′ da uygulandı. Operasyon boyunca bütün hastalara remifentanil infüzyonu ile kontrollü hipotansiyon ve analjezi uygulandı. Preoperatif, postoperatif birinci, üçüncü ve yedinci günlerde hastalarda CRP, sedimantasyon, tam kan sayımı, kan şekeri ve serum kalsiyum düzeyleri ölçüldü. Hastaların postoperatif birinci, üçüncü ve yedinci günlerde dijital fotoğrafları alındı ve üç uzman plastik cerrah tarafından ayrı ayrı dört nokta skalasma göre periorbital ödem ve ekimoz açısından değerlendirildi. Sonuçlar SPSS rogramı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Periorbital ekimoz steroid verilen gruplarda postoperatif birinci günde tenoksikam ve kontrol gruplarına göre düşük olmasma karşın fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Postoperatif üçüncü günde fark ortadan kalkmış olmasma karşın, postoperatif yedinci günde de steroid gruplarında ekimoz görülmeye devam etti. Periorbital ödem steroid gruplarında 43 postoperatif birinci günde tenoksikam ve kontrol gruplarına göre düşüktü, ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Postoperatif üçüncü günde fark kalmamıştı ve postoperatif yedinci günde kontrol grubu daha iyi idi. İnflamasyon göstergelerinden CRP değerleri birinci gün en yüksek değerindeydi ve yedinci günde preoperatif değerlere indi. Hastaların postoperatif 6 aylık takiplerinde steroid kullanımı ile ilgili herhangi bir komplikasyona rastlanmadı. Açık rinoplasti yapılan hastalarda, steroidler bu dozlarda periorbital ödem ve ekimoz üzerinde tenoksikam ve kontrol gruplarına göre fazla etkili bulunmadı. Çalışmamızda kullanılan steroid dozları farmakolojik dozlarda olmasına karşın, stres durumunda vücudun gereksinim duyduğu glukokortikoid miktarına yaklaşık olarak eşittir. Diğer bir ifadeyle stres durumlarında vücudun gereksinim duyduğu steroid miktarıdır. “Postoperatif rutin steroid uygulamasından ziyade travmanın şiddetine göre steroid kullanımına karar verilmeli, dozu buna uygun olarak ayarlanmalı ve seçilmiş vakalarda kullanılmalıdır” yaklaşımı yanlış olmayacaktır. 44
Melatonin rat karın deri flebi modelinde (inferior epigastrik) reperfüzyon hasarına etkisi The effect of melatonin on I/R injury in the inferior epigastric flap model in rats
BOLUM 7 ÖZET MELATONİN’İN RAT KARIN DERİ FLEBİ MODELİNDE (İNFERİOR EPİGASTRİK) İSKEMİ REPERFÜZYON HASARINA ETKİSİ Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahide serbest flepler doku defektlerinin onarımı için kullanılmaktadır. Flebin l/R hasarına maruz kalıp distal veya global nekroz oluşması hala büyük bir problemdir. ROT ve nötrofiller l/R hasarında önemli bir role sahiptirler. Bu deneysel çalışmada melatoninin, farmakolojik ve fizyolojik dozlarının rat karın deri flebi modelinde l/R hasarına etkisi araştırıldı. Bunun için 0,4 ve 4 mg/kg dozlarında intraperitoneal melatonin verildi. Daha sonra ayrıca dokuda MDA, NO ve GSH düzeyleri ölçüldü. Gruplar arasındaki deri flep yaşayabilirlik oranları planimetrik yöntemle ölçüldü. Melatoninin flep yaşayabilirliğini, İ/R hasarına uğramış grup 2’ye göre istatiksel olarak anlamlı bir şekilde artırdığı gözlemlendi. MDA ve NO düzeyleri grup 2’de yüksek iken GSH enzim aktiviteleri daha düşük tespit edildi. Melatoninli gruplarda olumlu sonuçlar gözlendi. Bu bulgular, melatoninin fizyolojik ve farmakolojik dozlarının, serbest flepleri l/R hasarına karşı koruduğunu göstermektedir. Melatoninin düzeyi düşük ve serbest flep cerrahisi yapılacak hastalara, melatonin replasman tedavisi yapılması, morbidite oranını azaltabilir. Anahtar Kelimeler: Melatonin, reaktif oksijen türleri, aksiyel patemli deri flebi, inferior epigastrik flep 47
Bu retrospektif klinik çalışma, rinoplasti yapılan hastalarda operasyon esnasında nonabzorbabl sütür materyali olan polipropilen ve abzorbabl sütür materyali olan polidiaksonon kullanımının uzun dönem iyileşme sürecinde burun tipi projeksiyonu ve stabilitesindeki değişikliklerin değerlendirilmesini yeni bir fotografik analiz yöntemi ile incelemek amacıyla planlandı. Birinci grup rinoplasti operasyonu esnasında tip şekillendirilmesinde, rotasyonunda tip sütür tekniklerinde ve kıkırdak greft uygulanmasında polipropilen kullanılan, ikinci grup ise tip şekillendirilmesinde, rotasyonunda tip sütür tekniklerinde ve kıkırdak greft uygulanmasında polidiaksonon sütür kullanılan hastalardan oluşmaktadır. Çalışmaya katılan 20 hastaya açık teknik rinoplasti ameliyatı aynı cerrah tarafından uygulandı. Preoperatif dönem, postoperatif üçüncü ay ve birinci yılda hastaların standart olarak 1,5 metre mesafeden rutin olarak alınan dijital fotoğraflar bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra Adobe Photoshop CS (Adobe Systems) programı kullanılarak çalışıldı. 49 Burnun başlangıç noktası, tipte en çıkıntılı nokta, tip kırılma noktası, kolumella tabanı ve medial kantal alanda angüler vene ait mavi röfle veren nokta işaretlendi. Daha sonra bu altı nokta kullanılarak burunda dorsal uzunluk, kolumella uzunluğu, tip kırılma noktası, lobüler uzunluk ve krural uzunluk ölçüldü. Tip projeksiyonunun ve kolumella uzunluğunun dorsal uzunluğa oranı alınarak post operatif erken ve geç dönem sonuçlar değerlendirildi. İnterkantal tip açısı ve nazolabial açı ölçüldü. Preoperatif, postoperatif erken dönem ve geç dönem dorsal uzunluk, tip projeksiyonu, krural uzunluk, lobüler uzunluk, kolumellar uzunluk, interkantal tip açısı ve nazolabial açı ölçümleri her bir grupta ayrı ayrı karşılaştırıldı. Daha sonra da gruplar arasında karşılaştırma yapıldı. Ek olarak tip projeksiyonunun dorsal uzunluğa oranı, kolumellar uzunluğun dorsal uzunluğa oranı her bir grup içinde ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Yapılan ölçümlerin polipropilen sütür ve polidioksanone sütür kullanılan iki grubun arasında yapılan istatistiksel analiz ve karşılaştırmasında her iki grupta da dorsal uzunlukta, tip projeksiyonunda, kolumellar uzunlukta, interkantal tip açısında ve nazolabial açıda istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. Gruplar arasında tip projeksiyonunun dorsal uzunluğa oranı ve kolumellar uzunluğun dorsal uzunluğa oranında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Sonuçta nonabzorbabl sütür materyali olan polipropilen ile abzorbabl bir sütür materyali olan polidiaksonon arasında uzun dönemde tip projeksiyonu ve rotasyonunun korunmasında ve stabilitenin sağlanmasında bir fark tespit edilmedi. Anahtar kelimeler: Rinoplasti, sütür materyalleri, fotografik analiz. 50
Aminoguanidinin diyabetik ratlarda dorsal random paternli flep yaşayabilirliği üzerine etkisi The effects of aminoguanidine on dorsal random pattern skin flap survival in diabetic rats
BÖLÜM VII ÖZET AMİNOGUANİDİN’İN DİYABETÎK RATLARDA DORSAL RANDOM PATERNLİ CİLT FLEBİ YAŞAYABİLİRLİĞİ ÜZERİNE ETKİSİ Bu deneysel çalışma, diyabetin sekonder komplikasyonlarını önlediği düşünülen Aminoguanidinin diyabetik ve diyabetik olmayan ratlarm dorsal cilt flebi üzerindeki etkilerini araştırmak amacıyla planlandı. Birinci grup flep kaldırılan sağlıklı kontrol grubu, ikinci grup AG verilip flep kaldırılan sağlıklı grup, üçüncü grup flep kaldırılan diyabetik grup, dördüncü grup AG verilip flep kaldırılan diyabetik grup olarak planlandı. Diyabetik gruplarda Streptozotosin ile diyabet oluşturuldu. Diyabetin kronik etkilerinin oluşması için iki ay beklendi. Ratlarda kan şekeri, HbAıc ve vücut ağırlığı takipleri yapıldı. Deneyin ikinci ayının sonunda 10×3 cm’lik kaudal pediküllü dorsal random flepler kaldırılıp tekrar yerine suture edildi. AG flep kaldırılmasından bir saat önce ve sonraki altı gün boyunca verildi. Fleplerdeki nekroz alanları 7. günde planimetrik olarak ölçüldü ve istatistiksel değerlendirilmesi yapıldı. Ölçümlerden sonra alınan kesitlerden histopatolojik inceleme yapıldı. AG, hem nondiyabetik hem de diyabetik grupta flep nekroz oranlarında istatistiksel olarak anlamlı bir düşme sağladı. Flep dokusundaki MDA ve NO düzeyleri diyabetik grupta kontrol grubuna göre daha yüksek iken Aminoguanidin verilen gruplarda daha düşük olduğu bulundu. GSH ve SOD enzim aktiviteleri ise diyabetik grupta kontrol grubuna göre daha düşük iken Aminoguanidin verilen gruplarda daha yüksek olduğu bulundu. Sonuçta Aminoguanidinin, flep yaşayabilirliği üzerinde olumlu bir etki sağladığı gözlendi. Anahtar Kelimeler: Aminoguanidin, diyabetik rat, random flep, oksidatif stres, flep yaşayabilirliği. 50


Yorum yaz