
-
Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
- +90 216 578 0000
- http://www.yeditepe.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF. DR. TÜLİN ARUN
Üniversite: Yeditepe Üniversitesi
Bölüm: Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÇALIŞMA ALANLARI

1. Tedavi (TR)
2. Ortodontik aygıtlar (TR)
3. Maloklüzyon-angle klas III (TR)
4. Maloklüzyon-angle klas II (TR)
5. Dental aygıt (TR)
6. Tekrarlanabilirlik (TR)
7. Sefalometri (TR)
8. Güvenilirlik ve geçerlilik (TR)
9. Dental instruments (EN)
10. Malocclusion-angle class II (EN)
11. Malocclusion-angle class III (EN)
12. Orthodontic appli (EN)
13. Reproducibility of results (EN)
14. Cephalometry (EN)
15. Repeatability (EN)
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
Bu araştırmanın amacı, mine yüzeyinde oluşabilecek demineralizasyon üzerine farklı bonding materyalleri ile fluorür içeren vernik materyalinin ortodontik tedavi sırasında etkilerinin in-vitro olarak değerlendirilmesidir. Çalışmamızda 45 adet sığır dişi kullanılmıştır. Dişler, onbeşerlik üç eşit gruba ayrılmışlardır. Kontrol grubunda ayrıca bir işlem uygulanmadan braketler Transbond XT ile yapıştırılmıştır. İkinci grupta, dişlerin mine yüzeylerine Clearfil TM Protect Bond materyali uygulaması yapılmıştır. Üçüncü grupta da asitleme işleminin ardından, dişlerin mine yüzeylerine Duraflor vernik materyali uygulanmış, daha sonra braketler Transbond XT ile yapıştırılmıştır. Her bir grupta 15’er tane olmak üzere toplam kırkbeş adet braket uygulanmış diş, her biri içinde 2 ml solüsyon bulunan cam esaslı tüplerde bekletilmiştir. Dişler bir gün içerisinde toplam 16 saat remineralizasyon, 7 saat de demineralizasyon solüsyonunda vücut ısısını taklit edecek şekilde 37°C’de etüvde bekletilmiştir. Demineralizasyon ve remineralizasyon siklusu 30 gün boyunca devam ettirilmiştir. Siklus başlatılmadan önce dişlerin lazer floresans ölçümleri yapılmış, siklusun tamamlanmasının ardından da dişler lazer floresans aygıtı (DIAGNOdent) ve Vikers uçlu kesit mikrosertlik (Micromet 5114, Buehler®) testiyle altı pozisyonda ve beş derinlikte incelenmiştir. Çalışma sonucunda, floresans ölçümlerinin başlangıç ve sonuç değerleri anlamlı bulunmuştur. Benzer şekilde hem floresans ölçümleri hem de mikrosertlik bulgularına göre ClearfilTM Protect Bond grubu diğer iki gruptan, Duraflor grubu da kontrol grubundan daha az deminerelizasyon göstermiştir. Anahtar sözcükler: Bonding materyalleri, vernik materyali, mine demineralizasyonu
Bu çalışmanın amacı, SUS² apareyinin dişsel, iskeletsel ve yumuşak dokular üzerine olan etkilerini sefalometrik olarak incelenmesidir. Araştırmamız 15′ i tedavi, 12′ si kontrol grubunda yer alan toplam 27 birey üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu bireylerden, tedavi grubunda SUS² apareyi takılmadan hemen önce ve çıkartıldıktan hemen sonra, kontrol grubunda ise başlangıçta ve altı ay sonra olmak üzere toplam 54 adet lateral sefalometrik radyografi alınmıştır. Bireylerin seçiminde tüm bireylerin mandibular retrognatiye bağlı iskeletsel ve dişsel Sınıf II maloklüzyona sahip olmasına, hastaların vertikal yöndeki büyüme ve gelişim paterninin normal veya low angle olmasına, olguların tümünün pubertal gelişim atağının post-peak döneminde olmasına ve konjenital veya kazanılmış diş eksikliği olmamasına dikkat edilmiştir. Tedavi ve kontrol süresince meydana gelen değişiklikleri belirlemek amacı ile lateral sefalometrik radyografi analizi için 24 tane sefalometrik nokta ve 36 tane sefalometrik ölçüm kullanılmıştır. Tedavi başlangıcında ve sonunda, kontrol başlangıcında ve sonunda alınan lateral sefalometrik radyografilerde yapılan ölçümlerden elde edilen değerlerin grup içi değerlendirilmesinde ?Wilcoxon testi? kullanılmıştır. Gruplar arası farkların değerlendirilmesinde ise ?Mann-Whitney U testi? kullanılmıştır. Metod hatasını kontrol etmek için 20 adet sefalometrik film 20 gün ara ile aynı araştırmacı tarafından tekrar ölçülmüş ve tüm parametrelerin her iki ölçüm arasındaki korelasyon katsayılarına bakılmıştır. Sefalometrik değerlendirme sonucu SUS² apareyinin etkisine bağlı olarak meydana gelen değişiklikler şöyledir: Maksillanın sagital yöndeki konumunda istatiksel olarak anlamlı bir etkisinin bulunmadığı, mandibulanın sagital yönde büyümesi üzerinde etkili olmadığı ve mandibulada meydana gelen değişikliklerin dentoalveolar olduğu saptanmıştır. Vertikal değişiklikleri gösteren parametrelerde de anlamlı bir değişiklik tespit edilmemiştir. Istatistiksel olarak anlamlı düzeyde, üst keser dişler posteriora doğru bir miktar devrilmiş ve uzamışlar, alt keser dişler belirgin olarak anteriora doğru devrilmiş ve gömülmüşlerdir. Buna bağlı olarak oklüzal düzlem saat yönünde rotasyon yapmıştır. Overjet ve overbite miktarında anlamlı bir azalma meydana gelmiştir. Yumuşak doku profili bu değişikliklerden sınırlı oranda olumlu yönde etkilenmiştir. Sonuç olarak, SUS² apareyi ile post-peak dönemde Sınıf II mandibular retrüzyonun tedavisi dentoalveoler değişkliklere bağlı olarak gerçekleşmiştir. Araştırmamızda dişsel, iskeletsel ve yumuşak dokularda meydana gelen değişiklikler göz önüne alındığında, bu apareyin post-peak dönemde Sınıf II düzeltiminde kooperasyonu eksik olan hastalarda Sınıf II elastik kullanımına bir alternatif olabileceği düşünülmektedir. Buna ek olarak, vertikal yönde de anlamlı bir değişiklik meydana gelmediğinden dolayı, apareyin yüksek gülme hattına sahip olmayan high-angle vakalarda da kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. SUS² apareyinin meydana getirdiği dentoalveoler değişikliklerin temporomandibular eklem üzerindeki olası etkilerinin de, ileride yapılabilecek klinik çalışmalarla ortaya konulmasının faydalı olabileceği düşünülmektedir.
Bu çalışmanın amacı; konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) görüntüleri ile kraniyofasiyal bölgedeki sert ve yumuşak doku asimetrilerinin teşhis edilmesi ve birbirleri üzerine olan etkilerinin araştırılmasıdır. Yumuşak doku menton (Me’) noktasının yüzün orta hattından gösterdiği deviasyon miktarına göre seçilen 49 asimetrik (Me’-OH ? 4 mm) (yaş ort. 19,9 ± 5,6 yıl) ve kontrol grubunu oluşturan 39 simetrik (Me’-OH < 4 mm) (yaş ort. 17,8 ± 5,5 yıl) yüzlü birey araştırmaya dahil edilmiştir. Elde edilen KIBT verileri, MIMICS® yazılım programına aktarılmıştır. Kraniyofasiyal kompleksin meatus akustikus eksternusun önünde yer alan anatomik yapılarının hem 2B, hem de 3B görüntüleri elde edilmiştir. Negatif kurgulama işlemi ile maksiller kompleks ve mandibula birbirlerinden ayrılmıştır. Sella ve nasion noktalarından geçen ve yer düzlemine dik olan hat midsajital düzlem olarak belirlenmiş, iki boyutlu kesme işlemi ile kraniyofasiyal yapı sağ ve sol kısımlara ayrılmıştır. Mental spina ve menton noktasından geçen hat ise mandibulanın mutlak orta hattı olarak belirlenmiş ve 3B kesme ile oluşturulan mutlak mandibular segmentlerin ölçümlerinde kullanılmıştır. Asimetrinin değerlendirilmesi için 38 doğrusal, 4 yüzey mesafe, 5 açısal, 10 hacimsel ve 10 yüzey alan ölçümü kullanılmıştır. Asimetri ve kontrol grubunda yumuşak ve sert doku menton ve üst-alt dişsel orta hatların daha çok sağa deviasyon gösterdiği, alt dişsel orta hattın ise mutlak mandibular orta hat ile uyumlu olduğu kaydedilmiştir. Asimetrik bireylerin yüzlerinin üst 1/3'üne yönelik ölçümlerde sağ ve sol taraf arasında bir farka rastlanmazken, dentoalveolar seviyede sağ-sol taraf ölçümleri arasında farklar izlenmiştir (p<0,001). Çene ucunun deviye olduğu tarafta, alt yüz ve ramus yüksekliği, korpus uzunluğu ve total mandibular uzunluk karşıt taraftan daha kısadır (p<0,001). Deviasyon tarafında mandibular ve sert doku hacim ve yüzey ölçümleri artarken (p<0,001), mutlak mandibular ölçümlerinin azaldığı (p<0,001) bulunmuştur. Korpus uzunluk farkları ramus uzunluk farklarına göre daha fazla olan asimetri grubunda, gonion lateralisin deviye tarafta daha lateralde ve ramus uzunluk farkları baskın olan grupta ise vertikal olarak daha yukarıda yer aldığı belirlenmiştir. Sağ-sol yumuşak doku hacim ölçümlerinin arasında anlamlı farklar bulunmuştur (p<0,01). Sonuç olarak, asimetri yüzün özellikle 1/3 alt bölgesinde tespit edilmiştir. Asimetrik bireylerde mandibulanın sağ ve sol yarıları arasında belirgin hacim farkı olduğu ve gonial bölgede morfolojik değişikliklerin meydana geldiği saptanmıştır. Simetrik kraniyofasiyal yapıya sahip minimal çene ucu deviasyonu gösteren bireylerde de, mandibulada hafif asimetriler mevcuttur. Yumuşak dokuların hacim ve yüzey alan ölçümlerinde belirlenen farklar asimetrinin sadece sert dokuyu kapsamadığını göstermiştir. Asimetrik olgularda yumuşak doku çene ucu, sert doku çene ucunu büyük oranda takip etmekle birlikte mandibulanın farklı seviyelerinde saptanan iskeletsel asimetri, yumuşak dokular tarafından kısmen kamufle edilebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi, kraniyofasiyal asimetri, MIMICS® yazılım programı, hacim, yüzey alanı
Bu çalışmadaki amaç, in vitro ortamda ışıkla sertleşen Transbond XT, Transbond Plus Self-Etching Primer, Assure Hidrofilik Primer ve su teması ile polimerize olan siyanoakrilat esaslı Smartbond olmak üzere 4 farklı yapıştırıcının kan ve tükürük kontaminasyonları altında sıyırma kuvvetlerine karşı gösterdikleri tutuculuk değerlerini ve uygulanan kuvvetler sonucu oluşan kopma bölgelerini değerlendirmektir. Çalışmada 120 adet daimi sığır kesici dişi üzerine integral kaideli metal üst santral braketleri yapıştırılmıştır. Dişler onarlık 12 gruba ayrılmış ve her yapıştırıcı grubu kuru, kan ile kontamine ve tükürük ile kontamine olmak üzere 3 farklı ortamda yapıştırılarak test edilmiştir. Hazırlanan örneklere laboratuar ortamında Zwick Universal test cihazı ile gingivo-okluzal yönde sıyırma kuvveti uygulanarak koptukları andaki tutuculuk değerleri kaydedilmiştir. Sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildiğinde yapıştırıcılar arasında en düşük değeri Smartbond siyanoakrilat adeziv göstermiş olup Smartbond’la yapıştırılan kan, tükürük ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Kan ve tükürük kontaminasyonlarının ışıkla sertleşen Transbond XT ve Assure yapıştırıcılarının tutuculuk değerlerini anlamlı derecede düşürdüğü görülmüştür. Transbond Plus Self-Etching Primer’in tükürük kontamine yüzeye yapışma değerleri ile kuru yüzeye yapışma değerleri arasında fark bulunamazken kan kontamine yüzeylerde tutuculuk değerleri anlamlı derecede düşük çıkmıştır. Kopma bölgeleri ARI (Adhesive Remnant İndex) skorlarına göre değerlendirilmiş ve Smartbond ile yapıştırılmış örnekler haricinde diğer tüm yapıştırıcılarda kan ve tükürük kontaminasyonları kopmayı mine yüzeyi ile yapıştırıcı arasına taşımıştır.
ÖZET iskeletsel kökenli Sınıf II, bölüm 1 anomalilerin tedavisi için en uygun zaman büyüme ve gelişimin henüz aktif olduğu karışık dişlenme dönemidir. Bu tip anomalilerin erken dönem tedavisinde SHG sıklıkla kullanılan bir aygıttır. Ancak karışık dişlenme dönemindeki çocukların psikolojik özellikleri göz önünde bulundurulunca, ağız dışı aygıtlar ile tedavi sırasında başarıyı yakalayabilmek için yeterli kooperasyon sağlanması gerekmektedir. Bu amaç doğrultusunda hastaların motivasyonu çok önemlidir, iyi kooperasyon gösteren hastaların tedavilerinde daha iyi ve başarılı sonuçlar alındığı bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Kooperasyonu yetersiz olan hastalar daha uzun seanslar, daha fazla hekim ve personel ilgisi gerektirirler. Bunun yanında yetersiz kooperasyon en iyi şekilde planlanmış bir tedavi planının bile etkisiz olmasına neden olabilir. Ancak tedavi başında yeterli derecede kooperasyon düzeyi gösteren hastaların bazıları da uzun süren ortodontik tedavileri sırasında kooperasyon derecelerinde düşüş gösterebilirler. Bundan dolayı kooperasyon derecesinin sadece tedavi başında belirlenmesi yeterli değildir. Gerekli olduğunda zaman kaybetmeden müdahale edebilmek amacıyla her seansta kooperasyon derecesinin takibi de önemlidir. Bu amaçla elektronik modüllerin kullanımı günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır. Kooperasyonun arttırılması için hekim- hasta ilişkisi, ödül ceza yöntemi ve sözel motivasyon gibi çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemlerin hiçbiri yeterince güvenilir olmadığından alternatif bir motivasyon yöntemi gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı, alternatif bir tıp dalı olan bilinçli hipnoz yönteminin servikal headgear kullanan hastalarda kooperasyon üzerindeki etkinliğinin incelenmesi ve hasta cetvellerinin kooperasyon takibinde güvenilirliklerinin araştırılmasıdır. n Çalışmamızın gerecini Yeditepe Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı’na tedavi amacıyla başvuran, üst çenenin ileride konumlanmasına bağlı iskeletsel Sınıf II, bölüm 1 anomaliye sahip, karışık dişlenme dönemindeki 30 hasta oluşturmuştur. Hastalar, her biri 15 kişiden oluşan hipnoz ve kontrol grupları olmak üzere 2 gruba ayrılmıştır. Hipnoz grubunun yaş ortalaması 10.78 ± 1.06 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması ise 10.07 ± 1.09 yıldır. Her iki gruptaki olgulara, üzerlerine zaman sayaçlı modül sistemi monte edilmiş servikal headgear aygıtı uygulanmıştır. Hastalara servikal headgear aygıtlarını günde 16 saat kullanmaları gerektiği belirtilmiş ve günlük kullanma saatlerini şaretlemeleri için her seans yenilenen hasta cetvelleri verilmiştir. Hipnoz grubundaki olgular Bilinçli Hipnoz yöntemi ile motive edilirken, kontrol grubundaki olgular ortodontist tarafından sözel olarak motive edilmiştir. Her iki gruptaki hastalar zaman sayaçlı elektronik modüllerin pil ömürlerine bağlı olarak sadece 6 ay süre ile takip edilebilmişlerdir. Aylık modül ölçümleri karşılaştırıldığında kontrol ve hipnoz grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. Hipnoz grubunda 6 aylık takip süresinde hastaların servikal headgear aygıtlarını kullanma saatlerinde herhangi bir azalma gözlenmezken, tedavi süresince kontrol grubu hastalarında azalma olduğu gözlenmiştir. Bu sonuç, Bilinçli Hipnoz yönteminin, servikal headgear ile tedavi edilen hastaların kooperasyonlarının arttırılmasında olumlu etkisi olduğunu göstermektedir. Hasta cetvelleri ile elektronik modül ölçümlerinden elde edilen veriler karşılaştırıldığında hasta cetvelleri üzerine işaretlenen toplam kullanma saatlerinin, gerçek kullanma saatlerinden daha fazla olduğu gözlenmiştir. Bu sonuç, hasta cetvellerinin kooperasyon takibinde kullanılmasının güvenilir bir yöntem olmadığını göstermiştir. Anahtar kelimeler: Kooperasyon, bilinçli hipnoz, hasta cetvelleri. III
Bu çalışmanın amacı, deneysel diş hareketi sonrasında uygulanan osteoprotegerinin kemik remodelingi üzerindeki etkisinin histomorfometrik olarak incelenmesidir. Bu amaçla, 20 adet, Sprague-Dawley sıçanının üst sağ birinci ve ikinci azı dişleri arasına 0,5 mm kalınlığında ortodontik elastikler yerleştirilmiştir. Üçüncü günün sonunda, sıçanlar 10’arlı iki gruba ayrılmış, gruplardan birine 5 mg/kg osteoprotegerin (OPG) diğerine aynı miktarda serum fizyolojik haftada iki defa, subkutan olarak enjekte edilmiştir. Enjeksiyonlara başlanmasından 2 hafta sonra hayvanlar sakrifiye edilmiştir. Deneyin sonunda, sakrifiye edilen hayvanların üst çeneleri diseke edilmiş, histomorfometrik inceleme için gerekli kesitler hazırlanmıştır. Yapılan histomorfometrik incelemede, ortodontik kuvvet uygulanan dişlerin kökleri arasındaki alveolar kemiğin hacmi, kontrol grubunda 0,347±0,035 mm3, OPG grubunda ise 0,737±0,039 mm3 olarak bulunmuştur. OPG grubunda köklerarasındaki alveolar kemik hacminin kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde arttığı görülmüştür (p<0,001). Diş kökleri arasındaki alveolar kemiğin dokuya oranı, kontrol grubunda % 43±1,8, OPG grubunda % 55±3,3 olarak bulunmuştur. Diş kökleri arasındaki dokuda bulunan alveolar kemik oranının, OPG grubunda, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde artmış olduğu görülmüştür (p<0,05). Çalışmamızda, osteoklastik aktiviteyi inhibe etme özelliği gösteren osteoprotegerinin ortodontik diş hareketi sonrasında uygulanması durumunda, kemik remodelingi sırasında kemik yapımına olumlu bir katkı sağlayacağı ve buna bağlı olarak da nüksü azaltabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar kelimeler: Ortodontik diş hareketi, nüks, remodeling, osteoprotegerin, pekiştirme
Sefalometrik radyografiler ilk tanıtıldığından bu yana gerek bilimsel araştırmalarda gerekse klinik ortodontide geniş bir kullanım alanına sahiptir. Lateral sefalometrik radyografiler üzerinde belirlenen sert ve yumuşak dokuların açısal ve doğrusal ölçümlerine dayanan sefalometrik analizler ortodontik tanı, tedavi planlaması ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesinde önemli bir araçtır. Sefalometrik analizler, geleneksel yöntem olarak tanımlanan elle yapılan çizimlerin ölçülmesiyle gerçekleştirilebileceği gibi son yıllarda gelişen teknolojiye bağlı olarak çeşitli bilgisayar programları yardımıyla da yapılabilmektedir. Bu çalışmanın amacı; piyasada bulunan iki farklı sefalometrik analiz programın, elle çizim tekniğiyle karşılaştırarak birbirlerine güvenirliğini saptamaktır. Araştırmamızda, tedavi olmak üzere kliniğimize başvuran 100 bireyin lateral sefalometrik filmlerinin, geleneksel yöntem ve bilgisayar ortamında iki farklı sefalometrik analiz programı (Dolphin Imaging Version 10.5, Dolphin Imaging, Chatsworth, Calif, ABD ve Nemoceph Dental Studio NX 2006 Version 6 Dental Analysis & Treatment Planning Software, Nemotech, Madrid, İspanya) kullanılarak yapılan sert ve yumuşak doku ölçümlerinin güvenirliği, tekrarlanabilirliği ve ölçüm süreleri araştırılmıştır. Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS-PASS istatistiksel yazılım 2007 (329 North 1000 east, Kaysville, Utah 84037, USA) bilgisayar programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin (ortalama, standart sapma) yanı sıra gözlemci içi ölçüm güvenirliği belirlemede geleneksel yöntem, Dolphin ve Nemoceph bilgisayar programları ile elde edilen verilerin karşılaştırılması için iki yönlü sınıfiçi korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Geleneksel yöntemle ölçüm ile Nemoceph ve Dolphin bilgisayar programları kullanılarak yapılan ölçümlerinin güvenirliğini belirlemede de iki yönlü Sınıfiçi korelasyon katsayısı, mutlak farklar ve yüzde (%) değişkenlik hesaplanmıştır. Geleneksel yöntem, Dolphin ve Nemoceph bilgisayar programlarıyla elde edilen ölçümlerin istatistiksel farklılığı eşleştirilmiş t testi kullanılanarak incelenmiştir. Dolphin programı ve elle yapılan ölçümler ile Nemoceph ve elle yapılan ölçüm sürelerini karşılaştırmak için tek yönlü varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Sonuçların anlamlılığı (p<0,05) düzeyinde, %95'lik güven aralığında değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, geleneksel yöntem ve bilgisayar programları ile yapılan iskeletsel, dişsel ve yumuşak dokuya ait ölçümler arasında istatistiksel olarak kabul edilebilir düzeyde uyumluluk gözlemlenmiştir. Çizim süreleri karşılaştırıldığında ise geleneksel yöntemin bilgisayarlı yöntemlere göre anlamlı derecede daha uzun sürdüğü bulunmuştur (p=0,0001).
Ortognatik cerrahi sonrası saç ve tırnakta eser element düzeylerinin değerlendirilmesi
Bu araştırmanın amacı, ortognatik cerrahi sonrası titanyum alaşımından oluşan minivida ve miniplak yerleştirilmiş hastaların saç ve tırnak dokularında zamana bağlı birikebilecek titanyum (Ti), aluminyum (Al) ve vanadyum (V) element düzeylerinin değerlendirilmesidir. Araştırmanın çalışma grubunu, minimum 14 ay maksimum 96 ay önce (ortalama 54,7 ± 3, 54 ay) ortognatik cerrahi geçirerek orta yüz bölgelerine Trimed® (Ankara, Türkiye) firması tarafından üretilen Ti-6Al-4V alaşımından yapılan miniplak ve minividalar yerleştirilmiş, yaş ortalamaları 26,9 ± 2,9 olan 20 birey oluşturmuştur. Kontrol grubuna ise ortognatik cerrahi geçirmemiş, yaş ortalamaları 27,9 ± 4,0 olan, sağlıklı 10 birey dahil edilmiştir. Çalışma ve kontrol grubundaki bireylerden alınan saç ve tırnak örneklerindeki element seviyelerinin ölçümü İndüktif Çiftlenmiş Plazma Kütle Spektrometresi (Thermo Elemental X7 serisi; Thermo Elektron; İngiltere) ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metodların (ortalama, ortanca, standart sapma, minimum ve maksimum değerler) yanı sıra, çalışma ve kontrol gruplarının karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Çalışmamızın sonucunda, saç örneklerindeki Al, Ti ve V düzeyleri çalışma grubunda kontrol grubundan alınan örneklere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,001). Tırnak örneklerinde Ti ve V seviyelerinin de çalışma grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,0001, p<0,01). Yalnızca tırnak Al seviyesinin çalışma ve kontrol gruplarında benzer olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, ortognatik cerrahi geçirmiş olan hastalarda Ti fiksasyon aygıtlarının korozyon ürünlerinden olan elementlerin saç ve tırnak dokusundaki birikimleri göz önünde bulundurulduğunda, cerrahi kemik iyileşmesinin ardından plak ve vidalarının çıkarılması düşünülebilir. Anahtar sözcükler: Ortognatik cerrahi, element düzeyleri, Ti-6Al-4V, korozyon, saç, tırnak, ICP-MS


Yorum yaz