
-
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
- +90 232 412 3100
- http://www.hastane.deu.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF. DR. SÜLEYMAN MEN
Üniversite: Dokuz Eylül Üniversitesi
Bölüm: Tıp Fakültesi

ÇALIŞMA ALANLARI
2. Serebral anevrizma (TR)
3. Kan basıncı ölçülmesi (TR)
4. Kan basıncı (TR)
5. Arterler (TR)
6. Anevrizm (TR)
7. Nükleer manyetik rezonans (TR)
8. Karotid arteri-internal (TR)
9. Ateroskleroz (TR)
10. İskemi (TR)
11. İnme (TR)
12. Tomografi (TR)
13. Serebrovasküler hastalıklar (TR)
14. Serebral arter hastalıkları (TR)
15. Aterosklero (TR)
16. Radyoterapi-bilgisayar yardımlı (TR)
17. Radyoterapi (TR)
18. Radyoloji (TR)
19. Radyografi (TR)
20. Radyasyon dozajı (TR)
21. Dozimetr (TR)
22. Aneurysm (EN)
23. Arteries (EN)
24. Blood pressure (EN)
25. Blood pressure determination (EN)
26. Cerebral aneurysm (EN)
27. Cerebral (EN)
28. Atherosclerosis (EN)
29. Carotid artery-internal (EN)
30. Nuclear magnetic resonance (EN)
31. Angiography (EN)
32. Aorta (EN)
33. Atherosclerosis (EN)
34. Cerebral artery diseases (EN)
35. Cerebrovascular diseases (EN)
36. Tomog (EN)
37. Dosimetry (EN)
38. Radiation dosage (EN)
39. Radiography (EN)
40. Radiology (EN)
41. Radiotherapy (EN)
42. Radiotherapy-computer assis (EN)
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
Bu çalışmada anevrizmaların endovasküler tedavisi sırasında anevrizma kesesi ve parent arterde basınç ölçümleri yapılarak bu ölçümlerin kese içinde ve parent arterde farklılık gösterip göstermediği, ayrıca eğer varsa bu farklılığın da kanayan ve kanamayan anevrizmalarda derecesinin aynı olup olmadığı ve bunun ruptür üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Bununla beraber anevrizmaların üç boyutlu serebral anjio görüntüleri elde edilmiştir. Bu görüntülerde, anevrizma yüksekliği, anevrizma genişliği, anevrizma maksimal kubbe çapı, anevrizma boyun çapı gibi anevrizma morfolojik ölçümleri yapılmış, anevrizma ortalama hacmi hesaplanmıştır. Bunun dışında anevrizma ile parent arter ilişkisi değerlendirilmiş ve giriş açıları (inflow angle) ölçülmüştür. GEREÇ ve YÖNTEM: Bu çalışmaya Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Radyoloji bölümünün Girişimsel Nöroradyoloji Ünitesinde Mayıs 2012- Aralık 2012 tarihleri arasında tedavi edilmiş hastalar dahiledilmiştir. Hastalara ait yaş, cinsiyet, kan basıncı, sigara kullanımı kaydedilmiştir. Bu dönem içinde başvuran bütün kanamış ve kanamamış anevrizma hastaları araştırmaya dahiledilmiştir. Tüm olgularda anevrizmayı içeren arter kateter anjiografi (sayısal çıkarma anjiografisi) ile görüntülenmiştir. Bu amaçla anevrizma mikrokateter ile kateterize edilmiş ve anevrizma içi mikrosarmallar ile doldurulmuştur. Ölçümler zaten yapılması gereken mikrokatetrizasyon sırasında yapılmıştır. Ölçüm mikrokateter anevrizma kesesine ilerletilmeden hemen önce ve ilerletildikten hemen sonra yapılmıştır. Mikrokateter ucu ölçüm yapılacak noktaya ulaştığında mikrokateterin dışarıdaki kısmı basınç ölçüm hattına bağlanmış ve ölçüm yapılmıştır. Doğru ölçüm için basınç monitorunda arteriyel basınç trasesinin göründüğünden emin olunmuş, sistolik, diastolik ve ortalama basınçlar kaydedilmiştir. Eş zamanlı olarak hastanın tüm girişimlerde zaten arteriyel kan basıncı takibi amacıyla kullanılmakta olan radial arter kan basıncı ölçümleri de kaydedilmiştir. Bunun dışında kliniğimiz girişimsel radyoloji ünitesinde bulunan Allura XPer FD20 Biplane Anjio cihazının (Philips, Nedherlands) kendi software ( yazılım programlarını) ve rekonstruksiyon sistemlerini kullanarak üç boyutlu serebral anjiogramlar elde edilmiştir. Üç boyutlu görüntülerde, anevrizma yüksekliği, anevrizma genişliği, anevrizma maksimal kubbe çapı, anevrizma boyun çapı ve giriş açısı ölçülmüştür. BULGULAR: Çalışmaya dahiledilen 40 anevrizmanın endovasküler tedavileri yapıldı. Bu anevrizmaların, 17 (% 42,5) tanesi kanamamış; 23 (%57,5) tanesi ise kanamış anevrizma idi. Ortalama yaş, kanamış anevrizma grubunda 50,8 (±11,7), kanamamış anevrizma grubunda 53,2 (±13,8) olarak tespit edildi. Erkek cinsiyet kanamış anevrizma grubunda 12 (%52,2), kanamamış anevrizma grubunda 10 (%71,4) olarak değerlendirildi. Kadın cinsiyet kanamış anevrizma grubunda 11 (%47,8), kanamamış anevrizma grubunda 4 (%28,6) olarak değerlendirildi. Sigara kullanımı kanamış anevrizma grubunda 16 (%69,6) , kanamamış anevrizma grubunda 8 (%57,1) hastada tespit edildi. Hipertansiyon varlığı, kanamış anevrizma grubunda 7 (%30,4), kanamamış anevrizma grubunda 4 (%28,6) olarak saptandı. Ailesel anevrizma öyküsü kanamış anevrizma grubunda 2 (%8,7) , kanamamış anevrizma grubunda 2 (%14,3) olarak değerlendirildi. Kanamış ve kanamamış anevrizması olan hasta grupları karşılaştırıldığında hastaların demografik verileri ve risk faktörleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Hastalar her iki grupta homojen dağılım göstermekteydi. Kanamış ve kanamamış anevrizma grupları karşılaştırıldığında; anevrizma kesesi ve parent arterde peroperatif basınç ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Peroperatif dönem verileri değerlendirildiğinde kanamış ve kanamamış anevrizma grupları arasında parent arter ve anevrizma kese içi basınçları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Anevrizma morfolojik ölçüm verileri değerlendirildiğinde; kanamış ve kanamamış anevrizma gruplarında; gruplar arası istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). SONUÇ İntrakraniyal anevrizmalar ruptüre olduklarında yüksek morbidite ve mortaliteye neden olan bir hastalık grubunu oluşturmaktadır. Bu anevrizmaların oluşumu, gelişimi ve ruptüre olmalarına eşlik eden mekanizmalar tam olarak aydınlatılmış değildir. Anevrizma oluşumunu başlatan nedenler ilerledikçe anevrizma büyümeye devam eder. Anevrizma içindeki akımın paterninin dilatasyonun geometrisine, anevrizmanın parent arter ile ilişkisine, anevrizma hacmi ve görüntü oranından (aspect ratio) etkilendiği düşünülür. DSA, MRA, 3 boyutlu BT gibi teknolojik son gelişmeler ruptüre olmamış anevrizmaları tespit etme olasılığını arttımıştır aynı zamanda anevrizmanın; ruptür için iyi bilinen risk faktorleri olan anevrizma boyutu ve şeklinin doğru ölçülmesine olanak sağlar. Serebral anevrizmaların ruptür riskininin önceden tahmin edilebilmesi, bunu belirleyecek metodların geliştirilmesi çok değerli bir klinik bilgi olucaktır. Bu sebeple birçok araştırmacı intrakranial anevrizma ruptürü için risk faktörlerini tanımlamaya ve ruptür mekanizmalarını daha komplike geometrik ölçümlerle açıklamaya çalışmaktadır. Ruptür riskini değerlendirmede kişisel veya ailesel faktörler ile sigara içme ve alkol kullanımı da dahil olmak üzere çeşitli değiştirebilir faktorleri, geometrik endeksler kadar dikkate almak çok önemlidir. Anevrizma ve parent arter arasındaki morfolojik ilişkiye, intraanevrizmal akım paterni nedeniyle büyük önem verilmektedir. Anevrizma içi ve parent arter içinde basınç ölçümleri kısıtlı miktardadır (7). Bu çalışmada kanamış ve kanamamış anevrizmaların endovasküler tedavisinde parent arter ve anevrizma mikro-kateterizasyonu sırasında anevrizma kesesi ve parent arterde basınç ölçümleri yapılmış; bu ölçümlerin kese içinde ve parent arterde farklılık gösterip göstermediği, bu farklılığın kanayan ve kanamayan anevrizmalarda derecesinin aynı olup olmadığı ve bunun ruptür üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Parent arter ve anevrizma içinde yapılan ölçümler göstermiştir ki anevrizma içi basınçlar parent arter basınçları ile paralellik göstermektedir (6). Bu bulgu anevrizma ruptüründe hipertansiyonun rolüne ışık tutmaktadır. Çalışmamızda anevrizma kesesi ve parent arterde peroperatif basınç ölçümleri kanamış ve kanamamış anevrizmalarda benzer şekilde bulunmuş olup, gruplar arası hiçbir sonuçta istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Bu sonuç hemodinamik değişkenlerden en çok klinik progresyon ve ruptürle ilişkili olanını tanımlamak bu mekanizmalara bağlı etkilerinin açıklanması ve tedavi yaklaşımlarının gelişmesine yardımcı olabilir. Ancak elektif koruyucu önlemlerin planlanabilmesi anevrizma oluşumu, büyümesi ve ruptürünün altında yatan mekanizmaların daha iyi anlaşılmasını gerektirmektedir böylece tedavinin muhtemel riskler ve yararları gözönünde bulundurularak optimal terapotik kararlar alınabilir (57). Bu ölçümlerin gelecekteki anevrizma ruptürü riskini anlamaya yönelik yapılacak çalışmalara katkısı olacağı düşünülmüştür. Bu ve benzeri çalışmalar sonucunda intrakraniyal anevrizmaların oluşumu, büyümesi ve ruptüründe rol oynayan mekanizmaların aydınlanacağına ve böylelikle ruptür mekanizmalarını daha iyi anlamaya yönelik bilgi birikimize katkıda bulunulacağını düşünmekteyiz.
AMAÇ: Karotid arteriyel sistemi değerlendirmede kullanılan görüntüleme yöntemleri damar lümenindeki daralma oranını noninvaziv olarak tanımlayabilme olanağı verse de damar duvar kalınlığı, plak yapısı ve içeriğini göstermede yetersiz kalmaktadır. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG), mükemmel yumuşak doku kontrastı ile fibrotik, yağlı, kalsifik ya da trombotik plak içeriğini farklı tekniklerle birbirinden ayırt edebilme yeteneğine sahiptir. Bu çalışmadaki amaçlarımız: semptomatik ve asemptomatik karotid plak morfolojisini histopatolojik olarak belirlemek, histopatolojik kesitlerle eşleştirilen MRG kesitlerinde plak bileşenlerinin görüntülemeye yansıyıp yansımadığını saptamak ve plak bileşenleri MRG ile görüntülenebiliyorsa bunların MRG görüntüleme özelliklerini tanımlamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda endarterektomi kararı alınmış olan 24 semptomatik, 13 asemptomatik toplam 37 karotid darlık olgusunu inceledik. Tüm hastaların görüntülemesi Dokuz Eylül Üniversitesi Radyoloji ABD’da 1.5 T Philips İntera Achieva MR cihazında cerrahi öncesindeki 1 hafta içinde yapıldı. Philips Sense Flex Medium IPX4 sarmalı ile karotid bifurkasyon ortada kalacak şekilde 5 cm uzunluğundaki karotid segmenti görüntülendi. İnceleme T1, T2, proton dansite (PD), 3 boyutlu time of flight MR anjiografi (3D TOF MRA) sekanslarından oluşturuldu. Bunlardan T1, T2 ve PD sekanslarında kan akımı sinyalsiz, 3D TOF MRA sekansında ise akım yüksek sinyalli olarak görüldü. T1, T2 ve PD sekanslarında EKG tetikleme yapıldı. T1 ağırlıklı seride ?double inversion recovery? tekniği ile, PD ve T2 ağırlıklı serilerde ise tarama hacmının iki tarafına yerleştirilen presatürasyon bantları ile lümen sinyali baskılandı. MR görüntülerinin değerlendirmesi sırasında aterom plağı iç yapısında nekrotik çekirdek, fibröz başlık, plak içine kanama, kalsifikasyon ve lümende trombüs ile uyumlu olabilecek alanlar belirlendi. Ölçülen fibröz başlık boyutları 0.5 mm’ den ince ve kalın olmak üzere gruplandı. Kanama ve nekrotik çekirdeğe ait olabilecek sinyaller ve eş düzeydeki sternokleidomastoid kas üzerine ROI yerleştirilerek sinyal intensiteleri görülebildikleri tüm sekanslarda ölçüldü. Saptanan tüm nekrotik çekirdek boyutları iki eksende ölçüldü. İki olguya ait MR görüntüleri ileri derecede hareket artefaktları nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Toplam 33 olguda endarterektomi operasyonu sonrası spesimenler histopatolojik olarak incelendi. Patoloji bakısında MR’ da aranan plak komponentleri araştırıldı. Ek olarak aterom plağı içinde inflamatuar hücre infiltrasyonu ve düz kas hücre yoğunluğu değerlendirildi. BULGULAR: 33 hastanın tümünde histopatolojik incelemede nekrotik çekirdek (NK) varlığı saptanırken MR görüntülerinde 29 hastada (% 87,9) NK saptanmıştır. Semptomatik ve asemptomatik olan olgular arasında MR`da NK görülme oranı açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Çalışmamızda olgu sayısı parametrik koşulları sağlamadığından nekrotik çekirdek boyutu ile semptomatik olma arasında bir ilişki olup olmadığını değerlendirmek için Mann Whitney-U testi kullanılmıştır. Test sonucunda semptomu olan olgularla olmayanlar arasında NK boyutları açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır MR’ da ve patoloji spesimenlerinde ölçülen nekrotik çekirdek boyutları çarpılıp ölçümler karşılaştırıldığında MR için ortalama NK boyutu 9.17 ± 8.92, patoloji için ortalama NK boyutu 11.06 ± 10.68 olarak hesaplandı. Olgu sayısı parametrik koşulları karşılamadığı için yapılan Wilcoxon sıralı işaretler testinde p değeri: 0.184 olup sonuç MR’ la yapılan ortalama NK boyut ölçümleri ile patolojide yapılan ölçümlerin arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığını göstermektedir. Histopatolojik incelemede ve MR görüntülerinin analizinde 33 hastanın 30 `unda her iki incelemede de kalsifikasyon varlığı saptanmıştır. Bu sonuca göre kalsifikasyon varlığı semptomatik ve asemptomatik olgular arasında anlamlı bir fark göstermemektedir. MR sonuçları, patoloji incelemeleri ile karşılaştırıldığında MR’ ın kanamayı saptamada duyarlılığı % 82.3, özgüllüğü ise % 68.75 olarak hesaplanmıştır. Hesaplanan oranlar istatistiksel olarak MR’ ın kanama varlığını saptamada patoloji yerine kullanılabileceği ve kanama olmayan olguları ayırdetmede anlamlı olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bununla birlikte patoloji ve MR incelemelerinde semptomatik olgularla asemptomatikler arasında plak içinde kanama görülme oranları açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Çalışmamızda histopatoloji incelemeleri sonucunda asemptomatik olgularda semptomatiklere göre düz kas hücresi miktarı anlamlı olarak daha fazla ve semptomatik olgularda asemptomatiklere göre makrofaj ve lenfosit infiltrasyonu anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur. Histopatolojik incelemede asemptomatik olan olguların % 91.6′ sında 0.25 mm’ den fazla, semptomatiklerin ise %56.2 `sinde 0.25 mm’ den kalın fibröz başlık görülmüştür. Oranlar asemptomatik hastalarda fibröz başlık kalınlığının ve bütünlüğünün korunmasının daha fazla olduğunu göstermekteyse de istatiksel olarak semptomatik ve asemptomatik olgular arasında fibröz başlık kalınlığı ve bütünlüğü açısından bir fark bulunmamıştır. MR görüntüleri değerlendirilirken nekrotik çekirdekle uyumlu görünümün T2 ağırlıklı sekansta, kanama sinyal değişikliklerinin ise en iyi T1 ve T2 ağırlıklı görüntülerde ortaya çıktığı dikkati çekti. SONUÇ: Çalışmamız MRG ile aterom plağının iç yapısının görüntülenebileceğini, plak içinde bulunabilecek NK, kanama, fibröz başlık, kalsifikasyon gibi oluşumların ayırtedilebileceğini göstermektedir. Bu çalışmadaki histopatoloji sonuçları göz önüne alınmazsa tek başına MR bulguları semptomatik ve asemptomatik plakları ayırtedebilmekle birlikte istatiksel olarak beklediğimiz performansı göstermemiştir. İstatistik sonuçlarının esas olarak çalışmadaki başlıca kısıtlılık olan asemptomatik olgu sayısının azlığından kaynaklandığı düşünülmüştür. Histopatoloji ile saptanabilen fibröz başlıkta yer alan düz kas hücre yoğunluğu ve iltihabi hücre infiltrasyonu gibi belirteçlerin semptomatik ve asemptomatik olgularda anlamlı farklılık göstermesi dikkat çekicidir Bu çalışmada plak morfolojisini görüntülemekte kazandığımız deneyim gelecekte histopatolojik korelasyona gerek bırakmayan ve bu sayede de daha çok sayıda asemptomatik hastayı görüntülememizi sağlayacak çalışmalar yapabilmemizin yolunu açmıştır.
Arkus aorta ve proksimal ekstrakranial arterlerdeki aterosklerotik lezyonların iskemik inmedeki rolü Role of atherosclerotic lesions of the aortic arch and proximal extracranial arteries in ischemic stroke
AMAÇ: Ölüm ve disabilite nedenleri arasında 3. sırada olan inme ile arkus aorta plakları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamızda, farklı endikasyonlarla elde olunan 271 servikal bilgisayarlı tomografi anjiografi (BTA) tarandı. Hastaların incelemeleri değerlendirilerek; arkus aorta plakları ve morfolojileri, proksimal servikal arterlerde aterosklerotik plaklar ve darlıklar, intrakraniyal arteroskleroz ile serebral ve serebellar infarktlar kaydedildi. Hastaların dosyaları incelenerek, atriyal fibrilasyon (AF), yeni myokard infarktı (MI), ventriküler anevrizma gibi infarkt nedenine yönelik bilgiler, hasta özgeçmişinde diabetus mellitus, hipertansiyon ve hiperlipidemi varlığı not edildi. Veriler SPSS paket programında değerlendirilerek, istatistiksel analizde sayılan değerler için Ki Kare Testi, ölçülen değerler için T Testi, ve korelasyon analizi yöntemleri kullanılarak basit/kompleks aortik ark plakları karşılaştırıldı. BULGULAR: Verilerimizin istatistiksel analizi sonucu; arkus orta plağı, çalışma popülasyonumuzda %59,4 oranında saptanmıştır. Arkus aorta plak görülen olgular ile ana karotid arter (CCA) duvar kalınlık artışının, bilateral CCA, servikal ve intrakranial internal karotid arter (İCA), vertebral ve subklavian arter plaklarının istatistiksel olarak anlamlı birliktelik gösterdiği izlendi. Plak bulunan hastalarda, sol orta serebral arter (MCA) ve karotid sulama alanı infarktları istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Plak kalınlınlıkları ile infarkt sıklıklarını değerlendirdiğimizde; sol MCA infarktları (p:0,013) ve sol karotid sulama alanı infarktları (p:0,019) için plak kalınlıkları anlamlı derecede yüksek bulundu. Sol MCA infarktı bulunan hastalarda anlamlı bulunan parametreler modele yerleştirilerek yapılan logistic regresyon analizinde ayakta kalan parametre arkus aorta plak kalınlığı oldu. SONUÇ: Elde ettiğimiz bulgular, inme hastalarında özellikle sol MCA infarktı varlığında arkus aorta plaklarının değerlendirilmesi gerekliliğini ve BTA incelemesinin, sağladığı veriler ile uygulanma pratikliği göz önünde bulundurulduğunda öncelikli tercih edilmelisi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Geniş alan BT taramalarında alan kenarlarında oluşan görüntü artefaktlarının radyoterapi planlamasında hesaplanan doza etkisi Calculated dose impact of the image artifacts at the edges of the area from a wide-bore CT scans in radiotherapy treatment planning
BT tarayıcı cihazlarda görünen gantry açıklığı içerisinde standart görüntünün oluşturulduğu alan sFOV alanıdır. sFOV alanının dışında kalan alan genişleyen görüntünün oluşturulduğu eFOV alanıdır. eFOV alanına taşan objenin oluşturulan görüntüsü üzerinde sFOV alanı kenarlarında artefakt oluşmaktadır. Oluşan artefaktın bulunduğu bölgede BT numarası ve dış kontur distorsiyonu gibi sistematik hatalar meydana gelmektedir. Radyoterapi planlamasında kullanılan bu görüntülerde oluşan artefaktın hedef bölgeye iletilen radyasyon dozuna etkisi araştırılmıştır. Öncelikle BT cihazında mekanik kalibrasyon hatalarından olumsuz etkilenmemek için mekanik kalite kontrol testleri yapılmıştır. eFOV artefaktının görüntülenmesi, BT numarası ve kontur distorsiyonuna etkisinin incelenmesi için Mini QC BT fantom ile gantry merkezinde ve eFOV alanına girecek şekilde lateral kaydırılmış görüntüler elde edildi. eFOV artefaktının oluştuğu bölgede kontur ve BT numarası değişimi incelendi. Daha sonraki süreçte Alderson Rando fantom ile referans değerleri elde etmek için gantry merkezinde görüntüler elde edildi. eFOV alanına doğru ?x yönünde lateralde 8 cm ve ? x yönünde lateralde 12 cm’ lik kaydırmalar ile görüntüler elde edildi. Bu görüntülere aynı eşik HU değerlerinde dış kontur, tedavi planlama sistemi tarafından çizdirildi. Yine alanında uzman hekimlerce ilgili kritik organ ve dokuları konturlandıktan sonra akciğer, prostat ve meme yerleşimli hayali tümörler oluşturuldu. Merkez yerleşimli görüntüler üzerine uygun tedavi planları yapıldı, uzman hekimlerce değerlendirilen tedavi planlarında hesaplanan MU değerleri, hayali tümör merkezinde ve medyanındaki doz değerleri not edildi. Lateral kaydırımlı görüntülerde aynı tedavi planı parametreleri kullanılarak aynı MU değerlerinde, hayali tümörlerin merkez ve meydanlarındaki doz değişimi incelendi. Referans alınan doz değerleri ile karşılaştırıldığında, lateral kaydırılan görüntü planlarında elde edilen doz değerlerinde pozitif yönde artış gözlenmiştir


Yorum yaz