
-
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
- +90 232 412 3100
- http://www.hastane.deu.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF. DR. SERDAR SAYDAM
Üniversite: Dokuz Eylül Üniversitesi
Bölüm: Tıp Fakültesi

ÇALIŞMA ALANLARI

1. Sıçanlar (TR)
2. Rapamisin (TR)
3. Postoperatif dönem (TR)
4. Periton (TR)
5. Cerrahi-abdominal (TR)
6. Adezyonlar (TR)
7. Risk faktörleri (TR)
8. Postoperatif komplikasyonlar (TR)
9. Postoperatif dönem (TR)
10. Pankreatoduodenektomi (TR)
11. Pankr (TR)
12. Sütürler (TR)
13. Sütür teknikleri (TR)
14. Postoperatif komplikasyonlar (TR)
15. Postoperatif dönem (TR)
16. Cerrahi yara enfe (TR)
17. Adhesions (EN)
18. Surgery-abdominal (EN)
19. Peritoneum (EN)
20. Postoperative period (EN)
21. Rapamycine (EN)
22. Rats (EN)
23. Fistula (EN)
24. Pancreas (EN)
25. Pancreatic ducts (EN)
26. Pancreatectomy (EN)
27. Pancreatoduodenectomy (EN)
28. Postoperative peri (EN)
29. Antibiotics (EN)
30. Surgery (EN)
31. Surgical equipment (EN)
32. Surgical wound infection (EN)
33. Postoperative period (EN)
34. Post (EN)
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
Amaç: Cerrahi sonrası oluşan intraabdominal adezyonlara bağlı komplikasyonlar ve olumsuz sonuçlar sıktır. Bağırsak obstrüksiyonu, daha sonra yapılacak cerrahi bir işlemde yanlış enterotomi gibi korkutucu komplikasyonlar sadece morbidite değil, mortaliteye de yol açabilir. Rapamisin (RAPA) immunosupresif, antitumoral, antifungal özellikleri bulunan karbosiklik bir lakton-laktam makrolid antibiyotiktir. Bugün rapamisin transplantasyon sonrası immunosupresyonda ve koroner ve periferik arter stentlerinde rutin kullanımdadır. Ratlarda politetrafluoroetilen (PTFE) greft yerleştirilmesinden sonra perigreft adezyonları azalttığı gösterilmiştir. İmmunosupresyonun postoperatif adezyonlar önlenmesi üzerine olumlu etkisi bildirilmiştir. Bu çalışmada selektif bir immunosupresif olan rapamisin’in postoperatif peritoneal adezyonlar üzerine yüzeyel ve sistemik etkisinin tanımlanması ve karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmada ortalama 300-350g ağırlığında, erkek, Wistar-albino ratlar kullanıldı. Her biri yedi rat içeren intraperitoneal rapamisin, oral sistemik rapamisin ve kontrol grupları oluşturuldu. Tüm ratlarda peritoneal adezyon modeli oluşturuldu. Postoperatif 7. günde eksplore edilen ratlar çalışma yapısından habersiz bir cerrah tarafından makroskopik adezyon skorlaması ile değerlendirildi. Adezyon gelişen ratlarda bantla birlikte etkilenen organlarda çıkarılırken, gelişmeyenlerde ise çekum anterior duvarı ile parietal periton cilt hariç tüm katları içerecek şekilde patolojik örnekleme için eksize edildi ve ratlar sakrifiye edildi. Bulgular: Yapılan değerlendirmeler sonunda makroskopik değerlendirme skorları için üç grup arasında(intraperitoneal rapamisin, oral-sistemik rapamisin, kontrol) istatistik olarak anlamlı fark bulundu(p=0.002).İntraperitoneal rapamisin ve oral-sistemik rapamisin grupları için istatistik olarak anlamlı fark saptanmadı(p=0.062). İntraperitoneal rapamisin ve kontrol grupları arasında istatistik olarak anlamlı fark bulundu(p=0.001). Oral sistemik rapamisin ve kontrol grupları arasında istatistik olarak anlamlı fark yoktu(p=0.021). Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda rat modelinde intraperitoneal rapamisin uygulanmasının postoperatif adezyonları önlemede anlamlı etkiye sahip olduğu gösterilmiştir. Anahtar kelimeler: Postoperatif adezyon, intraperitoneal rapamisin, sistemik rapamisin
AMAÇ Proksimal pankreatikoduodenektomi (PPD) sonrası postoperatif pankreatik fistüller (POPF) sık görülen komplikasyonlardan dır. PPD sonrasında POPF %0-17 oranında görülmektedir. Genellikle anastomoz kaçağı sonrası oluşan pankreatik fistüller PPD sonrası mortalite ve morbiditenin en önemli sebebidir. International Study Group on Pancreatic Fistula (ISGPF) tarafından POPF; postop 3. gün veya sonrasında elde edilen dren sıvısındaki amilaz değerinin serum amilaz değerinden 3 kat daha fazla olması olarak tanımlamış ve Grup A, Grup B ve Grup C olarak üç gruba ayrılmıştır. Grup B-C POPF gelişen hastalar klinik olarak anlamlı olarak gruplandırılmıştır. Bu çalışma da PPD sonrası görülen en önemli komplikasyonu olan POPF gelişimine neden olan risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM Bu çalışmada, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı tarafından 08.03.1995?03.08.2011 tarihleri arasında PPD yapılan 204 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Ameliyat öncesi dönemde; yaş, cinsiyet, geliş yakınması, ASA skoru, hemogram ve biyokimya değerlerine, ameliyat öncesi tanı ve tedavi amaçlı herhangi bir girişim yapılıp yapılmadığına (ERCP, PTK ,internal ve eksternal drenaj kateteri) bakıldı. Ameliyat sırasında; ameliyat süresine, ameliyatta kullanılan eritrosit süspansiyonuna, kanama miktarına, Wirsung kanal çapına, pankreas kıvamına, ek organ rezeksiyonu, portal ven rezeksiyonu yapılıp yapılmadığına bakıldı. Ameliyat sonrası dönemde; pankreatik fistül gelişip gelişmediğine ve çıkarılan piyesin patoloji sonuçlarına, ameliyat öncesi ve sonrası klinik notları, operasyon notları, laboratuar sonuçları, radyoloji raporları ve patoloji raporlarını içeren tıbbi kayıtlar incelenerek elde edilecektir. Elde edilen veriler SPSS 15 0 programı kullanılarak analiz edildi. SONUÇ Bu çalışmada, yapılan tek değişkenli analizde, tüm gruplarda, POPF gelişmesinde etkili ana pankreatik kanal çapının (Wirsung) 3 mm altında olması (p=0,004) ve pankreas kıvamının yumuşak olması (p<0,001), anlamlı olarak değerlendirildi. Grup B ve C'de ise yapılan tek değişkenli analizde, pankreatik fistül gelişiminde etkili olan ana pankreatik kanal çapının(Wirsung) 3 mm altında olması(p=0,003), pankreas kıvamının yumuşak olması(p<0,001) ve pankreas tümörü dışı ( kronik pankreatit hariç) nedenlere yönelik yapılan PPD dahil etkinlikleri istatiksel olarak anlamlı bulundu. (p=0.018) Çok değişkenli analizde ise pankreas kıvamının yumuşak olması hem POPF (Grup A-B-C) için (Odds Ratio oranı 2,018, güven aralığı 2,993-18,932, p<0,001) hemde Grup B ve Grup C pankreatik fistül için (Odds Ratio 2,763 güven aralığı 3,906-65,352, p<0,001) istatiksel olarak anlamlı bulundu ve risk faktörleri içinde en güçlü etken olduğu görüldü. Bu çalışma, bize göstermektedir ki, PPD sonrası pankreatik fistül gelişme riski yüksek olan hastaları önceden belirleyerek ve bu hastalarda gerekli önlemleri alarak (ameliyat sırasında pankreatik kanala stend koymak, somatostatin analogu vermek, anostomoz hattına fibrin yapıştırıcılar kullanmak, amliyat sonrası erken dönemde dren çekmek veya dren kullanmamak gibi) POPF nedeniyle oluşabilecek mortalite ve morbidite oranlarını azaltılabiliriz.
Giriş: Cerrahi dikişlerin yara kontaminasyonu için odak oluşturabileceği 30 yıldan fazladır bilinmektedir. Triklosan ile kaplı dikiş materyalinin in vitro ve in vivo çalışmalarında bakteri yükünü azalttığı bildirilmiştir. Bu çalışmada trikolsan kaplı dikişlerin cerrahi alan enfeksiyonu üzerindeki etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Genel cerrahi pratiğinde yara iyileşmesi ve cerrahi alan enfeksiyonu ile ilişkili sorunların en sık yaşandığı hastalıklardan birisi olması nedeniyle antibiyotik kaplı dikişlerin etkinliğini araştırmak üzere pilonidal sinüs hastaları seçilmiştir. Gereç-Yöntem: Ocak 2010-Ocak 2013 tarihleri arasında pilonidal sinüs nedeniyle Dokuz Eylül Üniversitesi Genel Cerrahi ve İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi polikliniklerine başvuran 125 hasta randomize edildi. Hastaların hepsine sinüs eksizyonu ve primer kapama yapıldı. Çalışma grubundaki 63 hastada monoflaman polidioksanon 1/0, triklosan kaplı poliglaktin 3/0 ve triklosan kaplı monoflaman polidioksanon 3/0; kontrol grubundaki 62 hastada monoflaman polipropilen 1/0, poliglaktin 3/0 ve poliproplen 3/0 dikişlerle primer kapama yapıldı. İki grup cerrahi alan enfeksiyonu açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Demografik ve cerrahi özellikler açısından iki grup arasında herhangi bir fark yoktu. Postoperatif ilk 1 ay içinde 17 (%13.6) hastada cerrahi alan enfeksiyonu saptandı. Triklosan kaplı dikişlerle yarası kapatılan 63 hastada cerrahi alan enfeksiyonu oranı %9.5 (n=6) ve kontrol grubundaki 62 hastada CAE oranı %17.7 (n=11) idi. İki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.180). Yirmi beş (%20) hastada seroma saptandı. Bu hastaların 19?u triklosan, 6?sı kontrol grubundaydı. Triklosan grubundaki hastalarda seroma oranı istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksekti (p= 0.004). Triklosan grubundaki 9 hastada, kontrol grubundaki 3 hastada CAE olmaksızın yara yeri ayrılması gözlendi. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.073). Ortalama iyileşme süresi tüm hastalar için 18.2±7.3 (14-45), triklosan grubunda 18.4±7.9 (14-40) ve kontrol grubunda 18±6.5 (14-45) gün idi. İyileşme süresi açısından iki grup arasında bir fark yoktu (p=0.818) Sonuç: Çalışma sonucunda triklosan kaplı dikişlerin kullanıldığı grupta cerrahi alan enfeksiyonu oranı kontrol grubuna göre daha düşük bulunmasına karşın aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Triklosan kaplı dikişler cerrahi alan enfeksiyonu oranını azaltabilir. Konuyla ilgili daha çok hasta içeren çalışmalara gereksinim vardır.

Yorum yaz