
-
Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
- +90 216 578 0000
- http://www.yeditepe.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF. DR. NÜKET SANDALLI
Üniversite: Yeditepe Üniversitesi
Bölüm: Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÇALIŞMA ALANLARI

1. Diş çürüğü aktivite testleri (TR)
2. Diş çürütücü ajanlar (TR)
3. Diş çürükleri (TR)
4. Diş remineralizasyonu (TR)
5. Diş d (TR)
6. Stres (TR)
7. Kan glükozu (TR)
8. Hemodinamik (TR)
9. Anestezi-lokal (TR)
10. Anestezi-genel (TR)
11. Tükürük (TR)
12. Sıçanlar (TR)
13. Streptococcus mutans (TR)
14. Probiyotikler (TR)
15. Lactobacillus reuteri (TR)
16. Lactobacillus (TR)
17. Yüzey özellikleri (TR)
18. Yüzey sertliği (TR)
19. Yüzey pürüzlülük (TR)
20. Reçineler (TR)
21. Kompozit reçineler (TR)
22. Flüor (TR)
23. De (TR)
24. İstanbul (TR)
25. İlköğretim öğrencileri (TR)
26. Prevalans (TR)
27. Diş hekimliği (TR)
28. Diş aşınması (TR)
29. Dental plak (TR)
30. Streptococcus mutans (TR)
31. Streptococcus (TR)
32. Muramidases (TR)
33. Laktoferrin (TR)
34. Diş macunları (TR)
35. Biyofilm (TR)
36. Antie (TR)
37. Sıcaklık (TR)
38. Süt dişleri (TR)
39. Lazer (TR)
40. Isıl işlem (TR)
41. Dentin (TR)
42. Dental pulpa boşluğu (TR)
43. Süt dişleri (TR)
44. Ozon (TR)
45. Lazerler (TR)
46. Kök kanalı irrigantları (TR)
47. Kök kanal tedavisi (TR)
48. Dezenfektanlar (TR)
49. Dez (TR)
50. Lazer (TR)
51. Probiyotikler (TR)
52. Diş çürükleri (TR)
53. Diş hekimliği (TR)
54. İsoflurane (TR)
55. Çocuk (TR)
56. Hemodinamik (TR)
57. Doz-cevap ilişkisi-ilaç (TR)
58. Diş hekimliği (TR)
59. Anestezi-inhalasyon (TR)
60. (TR)
61. Dental enamel (EN)
62. Tooth demineralization (EN)
63. Tooth remineralization (EN)
64. Dental caries (EN)
65. Cariogenic agents (EN)
66. Anesthesia-general (EN)
67. Anesthesia-local (EN)
68. Hemodynamics (EN)
69. Blood glucose (EN)
70. Stress (EN)
71. Lactobacillus (EN)
72. Lactobacillus reuteri (EN)
73. Probiotics (EN)
74. Streptococcus mutans (EN)
75. Rats (EN)
76. Saliva (EN)
77. Glass ionomer cements (EN)
78. Dental materials (EN)
79. Dental enamel (EN)
80. Fluorine (EN)
81. Composite resins (EN)
82. Resins (EN)
83. S (EN)
84. Dental plaque (EN)
85. Tooth abrasion (EN)
86. Dentistry (EN)
87. Prevalence (EN)
88. Primary school students (EN)
89. İstanbul (EN)
90. Antibiotics (EN)
91. Anti infective agents (EN)
92. Biofilm (EN)
93. Toothpaste (EN)
94. Lactoferrin (EN)
95. Muramidases (EN)
96. Streptococ (EN)
97. Dental pulp cavity (EN)
98. Dentin (EN)
99. Heat treatment (EN)
100. Laser (EN)
101. Tooth deciduous (EN)
102. Heat (EN)
103. Anti infective agents (EN)
104. Dental pulp cavity (EN)
105. Disinfection (EN)
106. Disinfectants (EN)
107. Root canal therapy (EN)
108. Ro (EN)
109. Laser (EN)
110. Dentistry (EN)
111. Dental caries (EN)
112. Probiotics (EN)
113. Anesthesia (EN)
114. Anesthesia-dental (EN)
115. Anesthesia-general (EN)
116. Anesthesia-inhalation (EN)
117. Dentistry (EN)
118. Dose-resp (EN)
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
Dis hekimi, dogru dental materyalin seçiminde, simanın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini oldugu kadar, çürük önleyici özelliginin olup olmadıgını da göz önünde bulundurmalıdır. Bu çalısmanın amacı, ideal özelliklere sahip bir siman materyali olusturmak ve yeni bir formüle göre hazırlanmıs ve içeriginde linoleik asit, çinko oksit, zeolit, titanyum dioksit, kalsiyum hidroksit, sodyum fluorid, kalay fluorid, titanyum tetrafluorid ve amonyum fluorid bilesikleri bulunan bes farklı simanın ve kontrol grubu olan çinko oksit öjenol simanının basma dayanımı, çözünürlük, fluorid salınımı, pH, radyoopasite ve antimikrobiyal özelliklerinin incelenmesidir. Standart boyutlarda örnekler hazırlanmıstır. Örnekler etüvde 24 saat bekletildikten sonra basma kuvveti uygulanmıstır. Çözünürlük ölçümü için hazırlanan örnekler distile suyun içersinde etüvde 24 saat bekletilmis, ardından desikatörde 24 saat bekletilmistir.Örneklerin 1., 2., 3., 7., 14., 21., 28., 35. ve 42. günlerde fluorid salınımı ölçülmüstür. Örneklerin 5., 10., 30., 60. ve 120. dak.’larda ve 24. ve 48. saatlerin sonunda pH ölçümü yapılmıstır. Örneklerin radyoopasiteleri optik densitometre ile ölçülmüstür. Antimikrobiyal etkinin degerlendirilmesinde S. mutans ATCC 25175 ve L. casei ATCC 4646 kullanılmıstır. Kontrol grubunun basma dayanımı ve çözünürlügü diger gruplardan anlamlı derecede yüksek bulunmustur. N grubunun flourid salınımı tüm günlerde anlamlı derecede en yüksek bulunmustur. Tüm grupların pH ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmistir. Kontrol grubu en yüksek radyoopasite degeri göstermistir. S. mutans üzerinde N grubu; L. casei üzerinde kontrol grubu en fazla antimikrobiyal etki göstermistir. Anahtar Kelimeler: Fluorid bilesikleri, linoleik asit, basma dayanımı, çözünürlük, fluorid salınımı, pH, radyoopasite, antimikrobiyal.
Farklı pürüzlend?rme teknikleri ile uygulanan iki farklı fissür örtücü materyallerinin kopma-bağlanma değerlerinin karşılaştırılması
Lazer uygulamalarında son 25 yılda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Sağlık hizmetlerinin tanı, tedavi ve koruyucu hekimlik gibi dallarında lazer önemli ölçüde kullanılabilir bir düzeye gelmiştir. Lazer uygulamaları diş hekimliğinde de kendine yer bulmuş, birçok rutin uygulamada geleneksel yöntemlere alternatif olmuştur. Lazerin günümüz diş hekimliğinde olduğu kadar pedodonti kliniklerinde de kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmanın amacı; farklı enerji düzeylerinde uygulanan Er:YAG lazer ve/veya fosforik asit ile minenin pürüzlendirilmesi sonrası, bu pürüzlendirmelerin iki farklı fissür örtücü materyalinin (Grandio Seal,Clinpro Seal) mineye kopma-bağlanma kuvvetleri üzerine etkilerinin değerlendirilmesi ve fissür örtücünün tutunması için gerekli olan en uygun enerji düzeyinin belirlenmesidir. Çalışmamızda 91 adet sürdükten sonra çekilmiş olan 3. büyük azı dişleri kullanılmıştır. Dişler önce mine-sement sınırlarından daha sonra mezio-distal yönde ikiye ayrılmıştır. Elde edilen 182 adet örnek labial ve lingual yüzeyleri dışarıda kalacak şekilde akrilik rezin içerisine gömülmüştür. Örnekler öncelikle 6 ana gruba ayrılmıştır. Grup 1: Fosforik asit + Grandio Seal, Grup 2: Er: YAG lazer + Grandio Seal, Grup 3: Er: YAG lazer + fosforik asit + Grandio Seal, Grup 4: Fosforik asit + Clinpro Seal, Grup 5: Er:YAG lazer + Clinpro Seal Grup 6: Er:YAG lazer + fosforik asit + Clinpro Seal olarak ayrılmıştır. Daha sonra lazer uygulanan gruplar kendi içerisinde farklı enerji düzeylerine (10mJ-80Hz, 10mJ-120Hz, 15mJ-80Hz, 15mJ-120Hz, 20mJ-80Hz, 20mJ-120Hz) göre 6 alt gruba ayrılmıştır. Elde edilen toplam 26 grubun her biri 7’şer örnek içermektedir (n=7). Örneklerin yüzeylerinde 3mm çapında düz mine yüzeyleri hazırlanmıştır. Mine yüzeylerinde pürüzlendirme işlemi farklı enerji düzeylerinde 20 sn süreyle Er: YAG lazer (Hoya ConBio Versa Wave) ve/veya 15 sn süreyle fosforik asit (Vococid, Scothbond ? Etchant ) uygulayarak gerçekleştirmiştir. Daha sonra hazırlanan standart plastik kalıplar yardımıyla pürüzlendirilmiş mine yüzeylerine fissür örtücü materyalleri uygulanmıştır. Örneklerin kopma-bağlanma değerleri 1mm/dk deney hızında İnstron (Instron 3345, Instron Corp., Norwood, MA, USA) cihazında ölçülmüş ve elde edilen değerler Mpa cinsinden kaydedilmiştir. III Kopma-bağlanma değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin (ortalama, standart sapma) yanı sıra; Kruskal Wallis testi, alt grup karşılaştırmalarında Dunn’s çoklu karşılaştırma testi ve ikili grupların karşılaştırmasında Mann-Whitney-U testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre her iki fissür örtücü materyallerinin kopma-bağlanma değerlerinin, tüm enerji düzeylerinde Er:YAG lazer ve Er:YAG lazer+fosforik asit uygulanan gruplarda, fosforik asit grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0,05). Materyallerin kopma-bağlanma değerleri fosforik asit uygulanan gruplarda birbirleri ile karşılaştırıldığında, Clinpro Seal fissür örtücü materyalinin kopma-bağlanma değerlerinin Grandio Seal fissür örtücü materyaline göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu görülmüştür (p0,05). Er:YAG lazer+fosforik asit uygulanan gruplarda Grandio Seal ve Clinpro Seal fissür örtücü materyallerinin ortalama kopma-bağlanma değerleri karşılaştırıldığında ise 15mJ-120Hz ve 20mJ-80Hz enerji düzeylerinde Grandio Seal’ın kopma-bağlanmadeğerlerinin Clinpro Seal’a göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç olarak; mine yüzeyine uygulanan 3 farklı pürüzlendirme yönteminin kullanmış olduğumuz fissür örtücü materyallerinin üzerine olan etkileri karşılaştırıldığında, fosforik asit ile mine yüzeyi pürüzlendirilmesinin, Er:YAG lazer ve Er:YAG lazer+fosforik asit ile yapılan mine yüzeyi pürüzlendirme işlemine göre daha yüksek değerler gösterdiği saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda Er:YAG lazerin tek başına yeterli düzeyde mine yüzeyi pürüzlendirme işlemi gerçekleştiremediği, Er:YAG lazer +fosforik asit uygulanan gruplarda ise 15 mJ- 120 Hz, 20 mJ-80Hz enerji düzeyinde en iyi kopma-bağlanma değerlerinin elde edildiği görülmüştür. Günümüzde sıklıkla kullanılan çürükten koruyucu uygulamalar arasında en önemli yeri fissür örtücü materyaller almaktadır. Fissür örtücü materyallerinin mine yüzeyine adezyonunu sağlamak amacıyla uygulanan lazer ile pürüzlendirme teknikleri, son yıllarda popülerlik kazanmıştır. Ancak, mine adezyonun sağlanabilmesi için kullanılan lazerin tipi ve uygulanan enerji düzeyi büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, farklı tip lazerlerde doğru enerji aralığını bulmak için daha fazla çalışmanın yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Er:YAG Lazer, Enerji düzeyi,Fissür örtücü, Kopma-bağlanma değerleri
Cam İyonomer Simanlar, fluorid salınımı yapabilmeleri ve fluoridle yeniden yüklenebilme özelliklerinin olması ve diş sert dokuları ile kimyasal olarak bağlanmaları; Kompozit Rezinler ise minimal preparasyona ihtiyaç göstermeleri ve estetik özellikleri ile günümüzde çocuk hastaların diş tedavilerinde sıklıkla kullanılır hale gelmişlerdir. Çocuk hastalarda kullanılacak olan ideal restoratif materyallerin belirlenmesinde in-vitro ve in-vivo çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ilk kez nano özelliğe sahip olarak üretilmiş ve klinik kullanıma yeni sürülmüş olan bir rezin modifiye cam iyonomer siman (Ketac N 100-3M ESPE) ile bir submikron hibrit kompozit rezin materyalinin (Spectrum TPH3?Dentsply) su emilimi, su çözünürlüğü, esneklik katsayısı ve eğilme dayanımlarının in-vitro koşullarda incelenmesi ve 18 aylık klinik takiplerinin yapılmasıdır. Çalışmamızda kullanılan rezin modifiye cam iyonomer siman ve submikron hibrit kompozit materyallerinin her birinden ISO 4049:2000’e uygun olarak eğilme dayanımı ve esneklik katsayısı ölçümleri için 25 mm yüksekliğinde ve 2 mm çapında 10’ar adet örnek, su emilimi ve su çözünürlük ölçümleri için ise 15 mm çapında ve 1 mm derinliğinde 10’ar adet örnek olmak üzere toplam 40 adet örnek hazırlanmıştır. Eğilme dayanımı ve esneklik katsayısı ölçümleri için hazırlanan örnekler, INSTRON 3345 cihazına bağlanmış ve üç nokta eğilme dayanımı testi uygulanmıştır. Su emilimi ve su çözünürlük ölçümleri için hazırlanan örnekler eşit ağırlığa gelinceye kadar desikatör içerisinde bekletildikten sonra 7 gün boyunca distile suda, sonrasında yeniden desikatörde bekletilerek örneklerin ağırlık ve hacimleri ölçülmüştür. Çalışmanın klinik takip bölümünde, yaşları 7-15 arasında olan alt birinci büyük azı dişlerinde benzer büyüklükte I. sınıf mine çürükleri bulunan, 96 çocuk hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Yarım ağız çalışma düzenine uygun olarak her hastanın sağ ve sol alt birinci büyükazı dişlerine her iki materyal randomize bir şekilde uygulanmıştır. Restorasyonlar 1. hafta, 6. , 12. ve 18. aylarda modifiye USPHS (Ryge) krilerlerine uygun olarak skorlanmıştır. Hastaların tümüne tedavi öncesinde ve her kontrol seansında plak indeksi (Pİ), diştaşı indeksi (Dİ), oral hijyen indeksi (OHİ) ve gingival indeks (Gİ) değerleri kayıt edilmiş ve ağız hijyen eğitimi modeller üzerinde ve sözlü olarak anlatılmıştır. Hastalardan tüm birinci büyük azı dişlerinden ilk seansta ve 18. ay kontrollerinde paralel yöntem ile periapikal radyografiler, her kontrol randevusunda ise restorasyonların ağız içi fotoğrafları alınmıştır. Bu çalışmanın in-vitro ve in-vivo deneylerinin istatistiksel analizleri NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır. In-vitro deney verilerinin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin yanı sıra 1. gün, 1. hafta, 6. , 12. ve 18. ay Pİ, Dİ, OHİ ve Gİ ölçümlerini değerlendirmede Friedman testi, alt grupların karşılaştırılmasında Dunn’s testi, ikili grupların karşılaştırılmasında Mann-Whitney-U testi, değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede ise Pearson korelasyon testi kullanılmıştır. In-vivo deney verilerinin USPHS kriterlerini değerlendirmede ki-kare testi, ölçümün güvenilirliğini belirlemede ağırlıklı Kappa testi kullanılmıştır. Sonuçlar p<0,05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Ketac N 100 materyalinin eğilme dayanımı ve esneklik katsayısı değerlerinin Spectrum TPH3 materyalinden istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0.0001). Ketac N 100 materyalinin su emilim ve su çözünürlük değerlerinin Spectrum TPH3 materyaline oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.0001). Materyallerin su emilim ve su çözünürlük değerleri ile esneklik katsayı ve eğilme dayanımı değerleri arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (p<0.0001). Hastaların başlangıç (1. gün) Pİ, Dİ, OHİ ve Gİ değerleri kontrol randevuları ile karşılaştırıldığında indeks değerlerinin düşüş gösterdikleri Pİ, Dİ ve OHİ değerlerinin başlangıç ve kontrol randevuları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.001). Ketac N 100 materyalinin kenar renkleşmesi, restorasyonda kırık oluşumu ve kenar uyumunun 12. ve 18. ay kontrollerinde Spectrum TPH3 materyaline göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha zayıf olduğu (p<0.01); anatomik form-aşınma parametresi açısından ise sadece 18. ay kontrolünde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0.01). 18 aylık klinik takip sonucunda sadece Ketac N 100 restorasyonlarının birinde restorasyonda oluşan kırık nedeniyle yenilenmiş ve çalışma dışında bırakılmıştır. Spectrum TPH3 restorasyonlarında ise hiçbir başarısızlık ile karşılaşılmamıştır. Klinik takip süresi boyunca restore edilen hiçbir dişte ikincil çürük veya vitalite kaybı gözlenmemiştir. ADA'nın arka dişlerin restorasyonunda kullanılan rezin esaslı materyallerin kabulu ile ilgili kılavuzuna göre Ketac N 100 restorasyonlarının 18 ay sonundaki klinik başarısı %98.5, Spectrum TPH3 restorasyonlarının başarısı ise %100 olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak, nano-iyonomer materyalinin submikron hibrit kompozit materyaline göre yüksek su emilimi, su çözünürlüğü ve esneklik gösterdiği, eğilme dayanımının ise daha düşük olduğu belirlenmiştir. Spectrum TPH3 materyalinin Ketac N 100 materyaline oranla kenar uyumu, kenar renkleşmesi, restorasyonda kırık ve anatomik form-aşınma parametreleri açısından daha iyi bir klinik başarı gösterdikleri belirlenmiştir. 18 aylık klinik takip sonucunda I. sınıf kavitelerde her iki rezin esaslı restoratif materyalin de kabul edilebilir bir klinik başarı gösterdikleri görülmüştür. Ancak çalışmamızın uzun dönemli klinik takip çalışmaları ile desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Diş çürüğü, dişin kuronal ve kök yüzeyinde sert dokuda, lokalize ve ilerleyici bir demineralizasyon sonucunda meydana gelen kronik bir hastalıktır. Modern diş hekimliğinin amacı; diş çürüklerinin tedavisinde invaziv tedavilerin yerine non-invaziv yaklaşımın benimsenmesi olmalıdır. Minede yeni başlayan başlangıç çürük lezyonlarının remineralize olabileceği klinik ve deneysel olarak gösterilmiştir. Fluorid iyonu, çürük oluşumunu önlemek ve başlangıç halindeki mine lezyonlarının remineralizasyonunu sağlamak amacıyla günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Fluoridin, remineralizasyonu arttırma özelliği nedeni ile başlangıç çürük lezyonlarının tedavisinde kullanılması önerilmektedir. HealOzone başlangıç çürük lezyonlarının tedavisinde non-invaziv bir yöntem olarak tercih edilmektedir ve özellikle pit-fissür çürüklerinde, kök yüzeyinde ve servikal bölgede kullanımı önerilmektedir. HealOzone’un diş çürüğünün ilerlemesini durdurabildiği veya yavaşlatabildiği bildirilmiştir. Ozon gazının tedavi amaçlı kullanımını sağlayan ve in-vitro ve in-vivo çalışmalar sonucunda geliştirilen ilk cihaz HealOzone’dur (Kavo®, Almanya). Kavitasyon oluşmamış pit ve fissür çürüklü dişler üzerinde 10 ya da 40 sn. ozon uygulamasının, mevcut diş çürüğü lezyonlarının remineralizasyonunu sağladığı bildirilmiştir. HealOzone uygulaması; ozon gazının, çürük lezyonu lezyonu üzerine direkt olarak uygulanması, ozon uygulamasının hemen ardından Remineralizasyon Solüsyonu ve diş macunu, ağız gargarası ve ağız spreyinden oluşan Hasta Kiti ile desteklenmesiyle sağlanmaktadır. Bu çalışmada, yapay çürük lezyonu oluşturulan, sürekli insan küçük ve büyük azı dişlerinde sodyum fluorid, amin fluorid ve HealOzone?Remineralizasyon Solüsyonu?Hasta Kiti uygulaması sonrasında mikrosertlik değerlerinin karşılaştırılması ve Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) görüntülerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla, ortodontik amaçla çekilmiş 60 adet çürüksüz insan küçük ve büyük azı dişi çalışmaya dahil edildi. 60 adet diş, bukkolingual doğrultuda ikiye kesilerek 120 adet örnek elde edildi. 120 örnek kesik yüzeylerinden akrilik bloklara gömüldü. Dişlerin bukkal ve lingual yüzeylerinde 3×3 mm (yükseklik x genişlik) pencereler hazırlandı ve pencere dışında kalan doğal diş yüzeyleri aside dirençli verni ile boyandı. Örneklerin, başlangıç mikrosertlik ölçümleri yapılarak, mikrosertlik değerleri benzer olacak şekilde, 40’ar dişin bulunduğu 3 gruba ayırıldı. Bu 3 grup, remineralizasyon materyali uygulamalarına göre sodyum fluorid içerikli Duraphat (Grup A), amin fluorid içerikli Elmex (Grup B) ve HealOzone?Remineralizasyon Solüsyonu?Hasta Kiti (Grup C) olarak belirlendi. Öncelikle tüm örnekler, 2 gün süresince demineralizasyon solüsyonunda tutularak yapay çürük lezyonu elde edildi. Demineralizasyon solüsyonundan çıkarılan örnekler üzerinde tekrar mikrosertlik ölçümleri yapıldı. Sonrasında örneklere 14 gün boyunca pH siklusu uygulandı. pH siklusu uygulama sürecinde örneklere hem remineralizasyon materyalleri olan sodyum fluorid içerikli Duraphat (Grup A), amin fluorid içerikli Elmex (Grup B) ve HealOzone?Remineralizasyon Solüsyonu?Hasta Kiti (Grup C), hem de demineralizasyon solüsyonu sırasıyla uygulandı. Remineralizasyon materyallerinin uygulanması sonrasında örnekler üzerinde tekrar mikrosertlik ölçümleri yapıldı. Örnekler 14 gün süresince, vücut ısısını taklit edebilmek amacıyla 37?C etüv içinde tutuldu. Elde edilen başlangıç, demineralizasyon sonrası ve remineralizasyon sonrası mikrosertlik değerleri karşılaştırıldı. Bunun yanında Grup A, B ve C’den 40’ar örnek, ve yalnızca 2 gün demineralizasyon solüsyonunda tutularak yapay çürük lezyonu elde edilen 40 örnek üzerinde SEM incelemesi yapıldı. İstatistiksel analizler NCSS 2007 Statistical Software paket programı ile yapıldı. Çalışma sonucunda, Grup A, B ve C’de uygulanan remineralizasyon materyallerinin, demineralize diş yüzeyinin mikrosertlik miktarını istatistiksel olarak anlamlı düzeyde arttırdığı belirlendi. HealOzone (Grup C) uygulanan örneklerin mikrosertlik değerleri, Elmex (Grup B) uygulanan örneklerin mikrosertlik değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek bulundu. Bu tez çalışması sonucunda, tüm gruplarda uygulanan remineralizasyon materyallerinin, insan dişlerinde oluşturulan yapay çürük lezyonları üzerinde remineralizasyonu olumlu yönde etkilediği ileri sürülebilmektedir. Anahtar Kelimeler: yapay çürük lezyonu, demineralizasyon, remineralizasyon, HealOzone
Çocuk hastada genel anestezi süresince enerji değişimi ve hemodinamik değerlerin incelenmesi
Davranış problemi yaşayan ya da engelleri nedeni ile diş tedavilerinin genel anestezi altında yapılması gereken çocuklar, Pedodonti’de önemli bir yer teşkil etmektedirler. Bu noktada genel anestezi ve lokal anestezi kombinasyonu altında yapılan dental işlemler bir takım sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Hastalar tedavileri sırasında cerrahi travmaya maruz kalabilirler ve bu travma; organizmada travmanın büyüklüğü (restorasyon, amputasyon, çekim vb.) ile doğru orantılı olarak hasara neden olabilir. Belirtilen travma ve genel anestezi öncesinde yer alan 3 saatlik preoperatif açlık, çocukta bir stres yanıt oluşmasına neden olmaktadır. Ayrıca bu uyumsuz ya da engelli olan çocukların cerrahi beklentisi, ağrı duyma korkusu ve aileden ayrılma ile yüz yüze kalmaları; yaşlarına ve gelişimlerine göre değişik derecelerde kaygıya neden olabilmektedir. Bu durum da çocuklarda ayrıca strese neden olmaktadır. Perioperatif doku hasarı, nöroendokrin stres yanıt ile karakterizedir. Hasara yanıt; katekolaminler, kortizol, glukagon, tiroksin, anjiotensin, aldosteron, büyüme hormonu, adrenokortikotropik hormon, antidiüretik hormon ve tiroid stimüle edici hormonun artışı ile görülmektedir. İnsülin hormonu başlangıçta azalmakta, ancak büyüme hormonunun artan düzeyine bağlı olarak daha sonra da artabilmektedir. İnsülin düzeyinin azalmasına bağlı olarak kan şeker düzeyi de artmaktadır. Yeditepe Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı’na dental tedavilerini yaptırmak üzere başvuran hastalar arasından kooperasyon problemi yaşayan ASA I sınıfı ve engelleri nedeni ile tedavi yaptıramayan ASA II sınıfı çocuk hastalar çalışma kapsamına alınmıştır. Çalışmaya dahil edilmek üzere yukarıda belirtilen kriterlere uygun 30 hasta, Şubat 2009 ? Nisan 2010 tarihleri arasında randomize olarak seçilmiştir. Çalışmaya dahil edilen çocuk hastaların ebeveynlerinden; tedavi öncesinde bilgilendirilmiş gönüllü olur onayı, gerekli tıbbi ve dental anamnez alınmıştır. Seçilen bu çocuk hastalar, 2 gruba (n:15) ayrılmıştır. A grubu, normal sağlıklı sadece diş tedavileri sırasında uyum problemi yaşayan ASA I sınıfı çocuk hastalardan, B grubu ise, mental retardasyon ve engeli bulunan ASA II sınıfı çocuk hastalardan oluşturulmuştur. Operasyon sırasında, olguların; inspiryumdaki oksijen miktarları, ekspiryumdaki karbondioksit miktarları (%35-%40) sabit tutulmaya çalışılarak ve uygun alveolar ventilasyon sağlanarak; kalp atım hızları, sistolik, diastolik ve ortalama arter basınçları, periferik ısı dereceleri ve kan şekeri değerleri belirli sürelerle kaydedilmiştir. Hastaların hemodinamik değerleri, periferik ısıları ve kan şekeri düzeyleri genel anestezi altında gerçekleştirilen operasyon başında, 30. dakikada, 60. dakikada ve operasyon sonunda kaydedilmiştir. Kan şeker değerleri dijital şeker ölçer (SmartScan?, Lifescan, Johnson&Johnson Co, Milpitos, CA, ABD) ile ölçülmüştür. Bu değerlerin sonucuna göre; genel anestezi ve lokal anestezi kombinasyonu altında diş tedavileri yapılan çocuk hastalarda ortaya çıkan stres yanıtın, çocuğun metabolizmasında yaptığı değişiklikler; hemodinamik değerler, periferik ısı derecesi ve kan şekeri düzeyi ile araştırılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre; A grubunun tüm zamanlardaki kalp atım hızı ortalamaları, B grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. B grubunun Operasyon sonu sistolik arter basıncı ortalamaları, A grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. A grubunun Operasyon sonu periferik ısı ortalamaları, B grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. A Grubunun tüm zamanlardaki kan şekeri ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı değişim gözlenmiştir. Operasyon başlangıcı kan şekeri ortalamaları, operasyon sonu kan şekeri ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Operasyon sonu kan şekeri ortalamaları; 60. dk kan şekeri ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş, diğer zamanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. B grubunun tüm zamanlardaki kan şekeri ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı değişim gözlenmiştir. Operasyon başlangıcı kan şekeri ortalamaları; 60. dk, operasyon sonu kan şekeri ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Diğer zamanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. Tüm grupların, tüm zamanlardaki kalp atım hızı değerleri ile lokal anestezi değerleri arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki gözlenmiştir. B grubunun Operasyon başlangıcı diastolik arter basıncı değerleri ile toplam işlem değerleri arasında anlamlı ilişki gözlenmiştir. A grubunun Operasyon sonu kan şekeri değerleri ile lokal anestezi değerleri arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki gözlenmiştir. Sonuç olarak; genel anestezi altında yapılan diş tedavileri süresince çocuğun hemodinamik değerlerinin, periferik ısı derecesinin ve kan şekeri düzeyinin takibi oldukça önemlidir ve bu değerlere; sadece operasyon başında ve sonunda değil operasyon sırasında da bakılması gerekmektedir. Anahtar Sözcükler: Genel anestezi, hemodinamik değerler, kan şekeri, lokal anestezi, stres
Lactobacıllus Reuteri’ nin oral kolonizasyonunun hayvan modeli üzerinde incelenmesi
Probiyotik ürünlerin kullanımının son yıllarda hızla arttığı bilinmektedir. Probiyotik bakteriler, sahip olduğu özellikler nedeniyle ortamda bulunan patojen bakterilerle yer değiştirerek konağa zarar vermeyen ve yarar sağlayan bir ortam yaratmaktadırlar. Bu nedenle çok hızlı gelişim gösteren ve ileri yıllar için umut vaat eden bu ürünlerin ağız florası ve diş plağı üzerine etkileri son yıllarda araştırma konusu olmuştur. Çalışmamızda, L. reuteri’ nin doğumdan itibaren oral mikrobiyolojik çerçeve içerisine dahil olabilme yeteneğinin in vivo koşullarda sıçanlar üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamız için Yeditepe Üniversitesi Deney Hayvanları Etik Kurulu’ ndan onay alınmıştır. Tükürüklerinde S. mutans ve L. reuteri bulunmayan 1 aylık 24 adet Spraque Dawley sıçan rastgele üç gruba ayrılmıştır. İlk grup Kontrol grubu olarak belirlenmiştir. 2. ayda S. mutans ile infekte edildikten sonra 3. ,4. ve 5. aylarda tükürük mikrobiyolojik analizleri yapılarak S. mutans sayıları belirlenmiştir. İkinci grup Probiyotik I grubu olarak belirlenmiştir. 2. ayda S. mutans ile 3. ayda L. reuteri ile infekte edilmiştir. 3. ,4. ve 5. aylarda tükürük mikrobiyolojik analizleri yapılarak S. mutans ve L. reuteri sayıları belirlenmiştir. Probiyotik II grubu olarak belirlenen üçüncü grup ise 2. ayda L. reuteri ile 3. ayda S. mutans ile infekte edilmiştir. 3. ,4. ve 5. aylarda tükürük mikrobiyolojik analizleri yapılarak S. mutans ve L. reuteri sayıları belirlenmiştir. S. mutans sayıları, Kontrol grubu ve Probiyotik I grubunda 3. ve 4. ayda giderek artmış, 5. ayda azalmıştır. Probiyotik II grubunda 4. ayda artmış, 5. ayda azalmıştır. L. reuteri sayıları, Probiyotik I grubunda 4. ve 5. ayda giderek artmıştır. Probiyotik II grubunda da 3. ,4. ve 5. aylarda her ay artmıştır. Probiyotik I grubunda L. reuteri seviyeleri artarken, S. mutans seviyeleri Kontrol grubuna paralel olarak azalmıştır. Probiyotik II grubunda ise L. reuteri seviyeleri artarken, S. mutans değerleri Kontrol grubuna göre daha yüksek seviyede başlayıp tekrar azalmıştır. Bu nedenle, L. reuteri’ nin `ilk kolonizasyon suşu? olarak tükürükte daha iyi bir kolonizasyon gösterdiği düşünülebilir. Sonuç olarak probiyotik suş L. reuteri ile daha fazla sayıda kolonizasyon çalışması yapılması uygundur.
Çocuk diş hekimliğinde sıklıkla kullanılan ve fluorid salınımı yapabilen restoratif materyaller, tükürük içerisinde düşük düzeyde fluorid iyonunun sürekli olarak bulunmasını sağlayarak çürük oluşumunun önlenmesine yardımcı olmaktadırlar. Diş tedavileri sırasında yapılan tüm restorasyonların uygun bir şekilde bitirilmesi ve cilalanması, restorasyon yüzeylerinin düzgünlüğünün sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu amaca yönelik birçok cila materyali bulunmakla birlikte, en son aşama olarak restorasyonlar üzerine uygulanan ?rezin esaslı yüzey vernikleri (glaze materyalleri)? dikkat çekmektedir. Bu materyaller, restorasyonların yüzey pürüzlülüğünü azaltan ve restorasyonu dış etkenlere karşı koruyan materyaller olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu çalışmanın amacı, nano içerikli ve rezin esaslı iki farklı yüzey verniğinin (G-Coat Plus/GC ve Easy Glaze/VOCO), 3 farklı cam iyonomer siman (EQUIA/GC, Ketac N100 /3M, Ionolux/VOCO) ve 1 akışkan kompozit rezin (Vertise Flow/KERR) üzerine kullanımlarının, materyallerin fluorid salınımlarına, yüzey pürüzlülüklerine ve yüzey sertliklerine olan etkilerinin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Çalışmamızda kullanılan dört grup restoratif materyallerinin her birinden 10 mm çapında ve 2 mm yüksekliğinde fluorid salınımı ölçümleri için 21’er adet, yüzey pürüzlülüğü ölçümleri için 20’şer adet, yüzey sertliği ölçümleri için ise 30’ar adet olmak üzere olmak üzere toplam 284 adet örnek hazırlanmıştır. Fluorid salınım ölçümleri için her bir restoratif materyalden hazırlanan 21’er adet örnek üç alt gruba ayrılmıştır. 7’şer adet örneğin tüm yüzeyleri G-COAT PLUS ile, 7’şer adet örneğin yüzeyi ise Easy Glaze ile kaplanmıştır. Geriye kalan 7 örneğin yüzeyine hiçbir uygulama yapılmamıştır. Hazırlanan örnekler 3 ml de-iyonize su içeren plastik test tüplerine konularak ölçüm zamanına kadar 37oC’lik etüvde bekletilmiştir. Materyallerin fluorid düzeyleri 1., 2., 3., 4., 7., 14., 21. ve 28. günlerde iyon selektif elektrod yöntemi ile ölçülmüştür. Kullanılan cihaz, Orion 720A+ ve kullanılan elektrod Orion Fluorid elektrodudur. En yüksek fluorid salınımı gerçekleştiren materyal 1. günde EQUIA materyali iken 2. gün ve sonraki günlerde en yüksek fluorid salınım Ketac N100 materyalinde gözlenmiştir. Glaze uygulanmış materyallerden fluorid salınımının glaze uygulanmamış materyallere göre daha düşük olduğu ve aralarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (p<0,01). Yüzey pürüzlülüğü ölçümleri için hazırlanan 20'şer adet örnek, 10'arlı iki alt gruba ayrılmıştır ve ?başlangıç? yüzey pürüzlülüğü değerleri kaydedilmiştir. Sonrasında 1200 grid silikon karbid kağıt kullanılarak su altında zımparalanmışlar ve ?cila sonrası? yüzey pürüzlülüğü değerleri ölçülmüştür. Bir gruptaki materyallere G-COAT PLUS, diğer gruptaki materyallere ise Easy Glaze uygulaması yapılmış ve ?glaze sonrası? yüzey pürüzlülüğü değerleri ölçülmüştür. Yüzey pürüzlülüğü ölçümleri ?Mahr Perthometer M1? yüzey profilometresi kullanılarak ölçülmüştür. Glaze uygulanmadan önceki materyallerin yüzey pürüzlülüğü değerlerinin EQUIA materyalinde en yüksek, Vertise Flow materyalinde en düşük olduğu bulunmuştur. Materyallerin ?başlangıç? yüzey pürüzlülüğü değerlerinin ?cila sonrası? yüzey pürüzlülüğü değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı derecede az olduğu saptanmıştır (p<0,01). Glaze uygulanan materyallerin yüzey pürüzlülüğü değerlerininin ?cila sonrası? yüzey pürüzlülük değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı derecede daha az olduğu saptanmıştır (p<0,001). Yüzey sertliği ölçümleri için hazırlanan 30'ar adet örnek üç alt gruba ayrılmıştır. 10'ar adet örneğin yüzeyi G-COAT PLUS glaze materyali ile, 10'ar adet örneğin yüzeyi ise Easy Glaze materyali ile kaplanmıştır. Geriye kalan 10 adet örneğin yüzeyine herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Hazırlanan örnekler 24 saat süresince 370C'lik distile su içerisinde bekletilmişlerdir. 24 saatin sonunda örnekler 1200 grid silikon karbid kağıt kullanılarak su altında zımparalanmışlar ve bu şekilde glaze materyalleri yüzeyden uzaklaştırılmıştır. Her örnek yüzeyin 5 farklı noktasından ölçümler yapılmıştır. Örnekler aynı koşullarda saklanmış ve 7. gün ölçümleri için aynı işlemler tekrarlanmıştır. ?Buehler Hardness Testing Machine? cihazı kullanılarak yüzey sertliği testi gerçekleştirilmiştir. 24. saat ve 7. gün yüzey sertliği değerleri incelendiğinde glaze uygulanmış EQUIA gruplarının 24. saat ve 7. gün yüzey sertliği değerlerinin, glaze uygulanmamış gruba oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür (p<0,001). Ayrıca Ketac N100 materyalinin G-COAT PLUS uygulanmış ve Easy Glaze uygulanmış gruplarının arasında 24. saat ve 7. günde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,01, p<0,05). Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin (ortalama, standart sapma, median, interquartil range) yanı sıra çoklu grupların tekrarlayan ölçümlerinde Friedman testi, gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi, alt grup karşılaştırmalarında Dunn's çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında Mann-Whitney-U testi, grupların tekrarlayan ölçümlerinde ise Wilcoxon testi kullanılmıştır. Sonuçlar anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda, kullanılan tüm materyallerden fluorid salınımı gerçekleştiği ve bu salınımın deney süresince azalarak değişik sürelerde sıfırlandığı görülmüştür. Glaze materyallerinin fluorid salınımını anlamlı derecede azalttığı saptanmıştır (p<0,05). Tüm materyallerin yüzey pürüzlülük değerlerinin glaze uygulamalarından sonra anlamlı derecede düşüş gösterdiği görülürken; yüzey sertliği değerlerinin glaze uygulamalarından sonra EQUIA, Ketac N100 ve Vertise Flow materyallerinde artış gösterdiği görülmüştür (p<0,05). Anahtar Kelimeler: Cam iyonomer siman, rezin esaslı yüzey örtücüler, fluorid salınımı, yüzey pürüzlülüğü, yüzey sertliği.
Son yıllarda, gelişen koruyucu diş hekimliği yaklaşımları sonucunda, diş çürüğü oluşumunda azalma ve buna bağlı olarak dişlerin ağız boşluğunda bulundukları sürelerde artış görülmektedir. Koruyucu diş hekimliğinde elde edilen bu ilerlemelerin yanı sıra, gelişen yeme içme endüstrisi ile birlikte asidik yiyecek ve içeceklerin üretiminde de bir artış dikkati çekmektedir. Çeşitliliği oldukça fazla olan bu ürünlerin, özellikle çocuklar tarafından çokca tüketilmesi, asidik etkenler yoluyla oluşan diş aşınmaları olarak tanımlanan dental erozyonun görülme sıklığını ve şiddetini arttırmaktadır. Çalışmamızda, İstanbul?da yaşayan ilköğretim okulu öğrencilerinde dental erozyon yaygınlığının, şiddetinin ve multifaktöriyel nedenlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamız için Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Değerlendirme Komitesi?nden onay alınmıştır. Çalışmaya, İstanbul?daki 7 ilköğretim okulundan, yaşları 13 ? 15 arasındaki 503 çocuk dâhil edilmiştir. Yalnızca yasal vasilerinden yazılı onam alınan çocukların çalışmaya katılmasına izin verilmiştir. Çalışmanın gereç ve yöntemi aşağıdaki gibidir. 1) Çocukların diş yüzeyleri, steril pamuk tamponlar yardımıyla temizlenip kurulanarak, baş lambasının ışığı altında, ayna ve sond kullanılarak muayene edilmiştir. Muayene sonuçları; dental erozyon BEWE indeksi, diş çürükleri DMF indeksi ve dental plak Sillnes-Löe indeksi kullanılarak kayıt altına alınmıştır. 2) Muayenelerinin ardından çocukların; beslenme, ağız hijyeni uygulamaları, davranışsal alışkanlıkları, sportif faaliyetleri, ilgili sağlık sorunları ve sosyodemografik özelliklerini sorgulayan bir anket formu doldurmaları istenmiştir. 3) Muayene formu ile anket formu arasında istatistiksel değerlendirme yapılmıştır. Bulgulara bakıldığında, dental erozyon yaygınlığı %52 olarak hesaplanmıştır. İçecek gruplarından, taze sıkılmış meyve suyu dışında hiçbir değişken ile dental erozyon arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0,05). Günde 1 bardak taze sıkılmış meyve suyu tüketen çocuklarda görülen dental erozyon, tüketmeyenlere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05). Diş doktoru ziyaretinde bulunan çocuklarda görülen dental erozyon, hiç diş doktoru ziyaretine gitmemiş çocuklarla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek ve şiddetli bulunmuştur (p<0,05). Diş sıkma ve gıcırdatma şikâyeti bildiren çocuklarda, diş sıkmadığını ve gıcırdatmadığını bildirenlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek oranda dental erozyona rastlanmıştır (p0,05). Çocukların DMFT ve DMFS ortalamaları ile dental erozyon arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiye rastlanmamıştır (p>0,05). Sillness-Löe indeksine göre hesaplanan dental plak ortalaması ise, erozyonu olan çocuklarda olmayanlara oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0,05). Sonuç olarak; dental erozyon, İstanbul?da yaşayan ilköğretim okulu öğrencilerinde yaygın olarak görülmektedir. Lezyonların büyük çoğunluğu mine seviyesinde ve üst çene kesici dişlerin dudak yüzeylerinde bulunmaktadır. Taze sıkılmış meyve suyu tüketimi, diş sıkma ve gıcırdatma, diş doktoru ziyareti ve dental plak dental erozyonu istatistiksel olarak anlamlı derecede etkilemektedir. Anahtar kelimeler: Dental erozyon, erozyon yaygınlığı, erozyon şiddeti, İstanbul.
Üç yaşın altındaki çocuklarda, gelişmekte olan sürekli dişlerde fluorozis riski oluşturması nedeniyle fluoridli diş macunu ve uzun süre kullanımındaki yan etkileri ve sitotoksisitesi nedeniyle klorheksidinin kullanımı önerilmemektedir. Tükürük proteinlerinden Lizozim ve Laktoferrin içeren bir preparatın küçük çocuklarda diş çürüklerinin önlenmesi için bir çözüm getirebileceği düşünülmektedir. Antimikrobiyal ajanların, poloxamer ve lipozomal taşıyıcı sistemler ile topikal uygulamalarının ağız hastalıklarının tedavisinde etkili olduğu görülmüştür. Çalışmamızın amacı, Lizozim ile Laktoferrin içeren ve taşıyıcı sistem olarak Pluronic F-127 isimli Poloxamer ve/veya dondurularak kurutulan DOTAP içeren lipozom [Dondurularak kurutulan Lipozomal DOTAP (DLD)] kullanıldığı farklı formulasyonların, diş çürüğüne neden olduğu bilinen Streptococcus sobrinus, Streptococcus mutans, ve Lactobacillus acidophilus bakteri suşları üzerindeki antibakteriyel etkilerinin klorheksidin jel ile karşılaştırmalı olarak in vitro koşullarda değerlendirilmesidir. Çalışmamızdaki formulasyonlar; (1) Sorensen’s Çözeltisi tampon olarak, (2) yalnız poloxamer 407’nin kullanıldığı jel şeklinde, (3) Lizozim ve Laktoferrinin tamponda çözdürülerek, (4) Lizozim ve Laktoferrin tamponda çözdürüldükten sonra poloxamer 407 ile birleştirilmesiyle, (5) DLD’nin tamponda çözdürülmesiyle, (6) poloxamer 407 tamponda dağıtıldıktan sonra DLD ile birleştirilmesiyle, (7) Lizozim ve Laktoferrin tamponda çözdürüldükten sonra DLD ile birleştirilerek, (8) Lizozim ve Laktoferrin çözdürüldükten ve poloxamer 407 içerisinde dağıtıldıktan sonra DLD’nin eklenmesiyle sekiz grup olarak hazırlanmıştır. Kontrol grubu olarak % 0,2’lik klorheksidin jel/gargara, pozitif kontrol grubu olarak boş hidroksiapatit diskler kullanılmıştır. Antibakteriyel etkinin değerlendirildiği birinci bölümde, çalışma gruplarının, Streptococcus sobrinus, Streptococcus mutans ve Lactobacillus acidophilus’a karşı antibakteriyel etki gösteren minimal inhibitör konsatrasyonları (MİK) belirlenmiştir. İkinci bölümde ise, 10 farklı grubun hidroksiapatit diskler üzerinde 24 saatlik Streptococcus sobrinus ve Streptococcus mutans biyofilm oluşumu üzerine etkileri değerlendirilmiştir. MİK deneyinde, poloxamer içermeyen formulasyonlar suşlara karşı etkili bulunmamıştır. Poloxamer 407 içeren formulasyonlar, Lizozim ve Laktoferrin içeriğinden bağımsız olarak suşlar üzerine inhibisyon göstermiştir. % 0,2’lik klorheksidinin diğer formulasyonlara oranla çok düşük konsantrasyonlarda etkili olduğu görülmüştür. Biyofilm deneyinde Poloxamer 407 ile hazırlanan jel formulasyonları S. sobrinus ve S. mutans biyofilmlerinin oluşumunu önlemede diğer deney gruplarına göre üstün bulunmuşlardır. Bu gruplar arasında en yüksek etkiyi her iki suş üzerinde de Lizozim, Laktoferrin içeren ve Poloxamerin kullanıldığı grup göstermiştir (p<0,05). % 0,2'lik klorheksidin diglukonat'ın biyofilm oluşumunu tam olarak önlediği görülmüştür. Çalışmamızda antibakteriyel etkinliği gösterilen formulasyonlarda bulunan maddelerin daha uzun süreli etkilerinin anlaşılabilmesi için, ileriki çalışmalarda bu maddelerin etkinliğinin kinetik olarak değerlendirilmesi ve sitotoksisitelerinin belirlenmesi gerektiği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Lizozim, Laktoferrin, taşıyıcı sistemler, antibakteriyel etki
Diş sert doku hastalıklarının tedavisinde öncelikle olarak diş çürüğüne bağlı olarak değişime uğramış dokuların ortadan kaldırılması yer almaktadır. Diş çürüğünün ortadan kaldırılmasında kullanılan yöntemler, yıllar içerisinde birçok gelişme göstermiştir. Diş hekimleri tarafından en sık kabul gören ve geleneksel hale gelmiş bir yöntem olan yüksek hızda döner alet yönteminin, kolayca ve hızlıca çürük diş dokularını ortadan kaldırmasının yanı sıra, ses, basınç, titreşim, hassasiyet ve ısı artışı gibi birçok olumsuz özelliğe sahip olmaktadır. Bu olumsuz özellikler ise çürüğün temizlenmesinde alternatif tedavi yöntemlerinin arayışına neden olmuştur. Lazer ışığı, sağlık alanında 1960’lardan günümüze kadar, tanı, tedavi ve koruyucu hekimlik bölümlerinde uygulanmakta olup, çeşitli parametrelerinin değişimi ile başarılı şekilde kullanılmaktadır. Lazer, diş hekimliği alanında ise, gerek yumuşak gerekse sert doku uygulamalarında geleneksel yöntemlere alternatif oluşturarak, başarılı şekilde uygulanmaktadır. 1997 yılında FDA (Food and Drug Administration) tarafından, diş çürüğü temizleme yöntemi olarak kullanılması için onaylanan sert doku lazerlerinden Erbiyum: Yittriyum Alüminyum Garnet (Er:YAG) lazerler, Pedodonti alanında da diş sert doku uygulamalarında sıklıkla kullanılmaktadır. Er:YAG lazerlerin, pedodontistlere ağrısız ve temassız bir tedavi sunması ve çocuk hastalarda tedavi konforunu artırmasının yanı sıra, diş çürüğünü ortadan kaldırmasındaki etkinliği ve adeziv sistemlerin diş sert dokularına bağlanabilmesi için uygun diş yüzeyi oluşturduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Bu özelliklerinin yanı sıra süt dişi pulpa dokusuna olan histopatolojik etkilerinin incelendiği birçok araştırma bulunmaktadır. Bugüne kadar geliştirilen lazer kullanımıyla, sürekli dişlerde yüksek enerji düzeylerinde uygulanması sırasında karşılaşılan en büyük sorunun, diş sert ve yumuşak dokularında ısı oluşumu olduğu bildirilmiştir. Er:YAG lazerlerin, sürekli dişlerin pulpa odasında oluşturdukları ısı değişikliğini araştıran birçok in-vivo ve in-vitro çalışma bulunmaktadır. Fakat süt dişi pulpa dokusunda ısı değişikliğinin incelendiği çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada, süt dişlerine, farklı parametrelerde uygulanan Er:YAG lazerler ve yüksek hızlı döner aletlerin, pulpa odasında oluşturdukları ısı değişikliklerinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmaya 60 adet süt ikinci azı dişi dahil edildi. Pulpa odasındaki sıcaklık ölçümlerinin yapılabilmesi için dişlerin kökler bölgesi, bukko-lingual yönde kesildi. Ölçümlerin yapılacağı dişlerin pulpa odaları çıkarıldı. Dişlerin bukkal yüzeyindeki mine dokusu kaldırıldıktan sonra sağlıklı dentin yüzeyinde, 5 W, 3,75 W, 2,25 W, 1,5 W çalışma parametrelerinde Er:YAG lazerle ve yüksek hızlı döner alet ile su soğutması altında hazırlanan sınıf 5 kavite preparasyonları gerçekleştirildi. Çalışmada pulpa odasında oluşabilecek ısı değişikliklerinin saptanması için pulpa odasının içine yerleştirilen, dijital termometreye bağlı termoçiftler kullanıldı. Kavite hazırlığının başlangıcı ile bitimi arasındaki pulpa odasının içerisinde ulaşılan sıcaklık değerleri arasındaki fark ve ulaşılan en yüksek sıcaklık değeri her bir örnek için kaydedildi. Çalışma sonucunda, 5 W ile çalışılan Er:YAG lazer grubunda, diğer çalışma gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek pulpa sıcaklığı artışı gösterdiği saptandı. 1,5 W Er:YAG lazer grubu ise istatistiksel olarak anlamlı derecede en düşük sıcaklık artışı gösterdiği saptandı. Tüm çalışma gruplarında kavite hazırlığı derinliği arttıkça, pulpa odasındaki sıcaklık değerlerinin artış gösterdiği saptandı. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, kavite hazırlığı sırasında kullanılan Er:YAG lazer ve döner alet uygulamasına ait pulpa odasındaki sıcaklık artışı değerlerinin, geri dönüşümsüz patolojik olaylara neden olabilecek kritik sıcaklık artış değeri olan 5,5 ºC’yi geçmediği görüldü. Bunun nedeninin ise tüm gruplarda su spreyi soğutmasının etkin bir şekilde kullanılması olduğu düşünüldü. Bu tez çalışması sonucunda, süt dişi dentin dokusundaki kavite hazırlığı için kullanılan Er:YAG lazer çalışma parametrelerinin, süt dişi pulpa dokusunu olumsuz etkileyecek bir sıcaklık artışına neden olmayacak şekilde güvenli olduğu ileri sürülebilir.
Farklı rosteratif materyallerin başlangıçtaki ve fluoridli bir ağız gargarası ve diş macunu uygulaması sonrasındaki fluorid salınımlarının karşılaştırılmalı olarak incelenmesi
Günümüzde diş çürüklerinin önlenmesi ve nötral oklüzyonun korunmasının önemi iyi anlaşıldığı halde, erken süt dişi kayıpları görülmeye devam etmektedir. Ancak bazı enfekte süt dişleri endodontik tedavi yapılarak düşme zamanına kadar fonksiyonda tutulabilmektedir. Pulpa tedavisinin temel amacı dişlerin ve dişleri destekleyen dokuların bütünlüğünü ve sağlığını korumaktır. Endodontik tedavinin en önemli hedefi kök kanal sisteminden mikroorganizma eliminasyonunu sağlamaktır. Endodontik tedavide başarılı bir sonuç elde edebilmek için mekanik şekillendirme ile birlikte antibakteriyel etkiye sahip kimyasal ajanların kullanımı gerekmektedir. Bu çalışma, süt dişi kök kanallarındaki antibakteriyel etkinin in-vitro koşullarda karşılaştırmalı olarak incelenmesi ve klinik başarı düzeylerinin değerlendirilmesi olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın amacı deneysel olarak E. faecalis ile enfekte edilmiş süt azı dişlerinin kök kanallarında, diod lazer ışınlaması, PAD uygulaması, ozon (O3) uygulaması ve sodyum hipoklorit (NaOCl) irrigasyonunun antibakteriyel etkilerinin in-vitro koşullarda karşılaştırmalı olarak incelenmesi ve bu uygulamalar ile kök kanal tedavisi gerçekleştirilen süt azı dişlerinde tedavinin başarısının klinik ve radyolojik olarak değerlendirilmesidir. Çalışmamızın in vitro bölümünde çürüğe bağlı enfeksiyon nedeniyle çekilmek zorunda kalan, radyografik muayenede fizyolojik ya da patolojik kök rezorpsiyonu görülmeyen süt kesici ve süt azı dişlerinden hazırlanan 110 adet kök kanalı kullanılmıştır. Kökler mine sement hizasından kuronlarından ayrıldıktan sonra, kanallar paslanmaz çelik K-tipi eğeler kullanılarak # 35’e kadar genişletilmiştir. Kök kanallarının apikal açıklıkları akışkan kompozit rezinlerle kapatılmış ve dişler akrilik rezin bloklara gömülmüştür. Otoklavda 1210C`de 15 dakika boyunca sterilize edilen örnekler Enterococcus faecalis (ATCC 29212) ile enfekte edilmiş ve 7 gün süresince inoküle edilmişlerdir. Kök kanalları pozitif kontrol, NaOCl, diod lazer, PAD ve ozon uygulanacak gruplarda 20’şer adet, negatif kontrol grubunda ise 10 adet kök kanalı bulunacak şekilde altı ayrı gruba ayrılmıştır. İlk grupta yer alan kök kanallarının dezenfeksiyonunda %5.25’lik NaOCl solüsyonu ile irrigasyon yapılmış, ikinci grupta yer alan kök kanalları 810 nm dalga boyundaki Diod lazer cihazı (HOYA ConBio Diodent II) kullanılarak ışınlanmıştır. Üçüncü gruptaki örneklerde PAD (FotoSan Cms dental, Copenhagen) yöntemi kullanılmış, dördüncü grupta yer alan örneklerin dezenfeksiyonunda ise Ozonytron-X (Ozonytron, Mymed, Germany) cihazı kullanılmıştır. Beşinci grup olan pozitif kontrol grubunda yer alan kök kanalları kanalda inoküle olan bakteri miktarının belirlenebilmesi için herhangi bir dezenfeksiyon uygulaması yapılmadan bekletilmiştir. Son grupta ise steril TSB besiyeri ekilen kök kanalları ise çalışma şartlarının sterilizasyonunu denetlemek amacı ile kullanılmıştır. Dezenfeksiyon işlemlerinden sonra her kök kanalından 15 sn temas süresi beklenerek steril kağıt konlarla örnekler alınmıştır. Mikrobiyolojik değerlendirme sonrası her ml’deki koloni oluşturan birimler (CFU/ml) sayılmıştır. Dezenfeksiyon işlemi uygulanmayan pozitif kontrol grubunda bakteri sayısı en yüksek olarak saptanırken, NaOCl ile irrigasyon yapılan kök kanallarındaki mikroorganizma sayısı ise tüm deney gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p=0,0001). Ayrıca tüm deney gruplarında saptanan mikroorganizma miktarları pozitif kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p=0,0001). PAD ve ozon gruplarındaki mikroorganizma sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmazken (p=0,367), diğer bütün grupların ikili karşılaştırmalarında anlamlı farklılık saptanmıştır. Diod lazer grubundaki örneklerde belirlenen mikroorganizma miktarları NaOCl grubuna yakın bulunurken, PAD ve ozon gruplarının antibakteriyel etkisinin daha düşük olduğu görülmüştür. Çalışmamızın klinik değerlendirme bölümünde ise Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı Kliniği’ne diş çürükleri nedeniyle başvuran, yaşları 4?8 yaş arasında değişen, sistemik olarak sağlıklı, iletişim kurulabilen, uyumlu hastalar arasından seçilen çocukların süt azı dişlerine dezenfeksiyon aşamasında NaOCl, Diod, PAD ve Ozon kullanılarak kök kanal tedavileri yapılmıştır. Kök kanal tedavileri tamamlanan dişlerin retorasyonunda paslanmaz çelik kuronlar kullanılmıştır. Kök kanal tedavileri tamamlanan dişler, klinik ve radyografik olarak 1 yıl süresince 3 aylık aralıklarla kontrol edilmişlerdir. Klinik ve radyografik kontrollerde, ağrı, mobilite, perküsyon hassasiyeti, şişlik, fistül oluşumu, patolojik iç ve dış rezorpsiyon, periapikal ve kökler arası radyolüsensi oluşumu kaydedilmiştir. 12 aylık klinik ve radyografik değerlendirme sonucunda bütün gruplardaki dişler %100 başarılı olarak değerlendirilmiştir. Çalışmamız diod lazer, PAD ve ozon uygulamalarının süt dişi kök kanallarında antibakteriyel etkinliklerinin NaOCl ile karşılaştırmalı olarak incelendiği ve bu uygulamaların süt azı dişlerinin kanal tedavilerindeki klinik başarısının bir yıllık takip ile değerlendirildiği ilk çalışma olma niteliğini taşımaktadır. İn vitro çalışmaların sonuçlarının klinik koşulları tam olarak yansıtmaması nedeni ile, bu çalışmanın klinik bölümünün bulguları ile in vitro bölüm bulgularının desteklenmesi amaçlanmıştır. Diod lazer ışınlaması, PAD ve ozon uygulamalarının in vitro koşullardaki antibakteriyel etkisi her ne kadar NaOCl irrigasyonuna göre daha düşük bulunsa da; tüm bu yöntemler kullanılarak yapılan süt dişi kanal tedavileri bir yıllık takip sonucunda klinik ve radyografik olarak değerlendirildiğinde başarılı olarak sonuç vermiştir.
Bu çalışmanın amacı; Er:YAG lazer ve/veya fosforik asit ile minenin pürüzlendirilmesi sonrası, bu pürüzlendirmelerin iki farklı fissür örtücü materyalinin mineye kopma-bağlanma kuvvetleri üzerine etkilerinin değerlendirilmesidir.
Son yıllarda probiyotik ürünlerin kullanımının hızla arttığı bilinmektedir. Probiyotik bakteriler, sahip olduğu özellikler nedeniyle ortamda bulunan patojen bakterilerle yer değiştirerek konağa zarar vermeyen ve yarar sağlayan bir ortam yaratmaktadırlar. Bu nedenle çok hızlı gelişim gösteren ve ileri yıllar için umut vaat eden bu ürünlerin ağız florası ve diş plağı üzerine etkileri son yıllarda araştırma konusu olmuştur. Çalışmamızda yer değiştirme terapisi ile, konağa yararlı bakterilerden olan Bifidobacterium bifidum DN ? 173 010 ‘ un çocuklarda ağız içinde ve dişlerin çevresindeki plak ve tükürük içerisinde bulunan mikroorganizmalar (m.o.) üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gelişmiş ülkelerde çocuk diş hekimliğinde bilinçli sedasyon ve genel anestezi (GA) altında tedavi uzun yıllardır uygulanmaktadır. Ülkemizde de diş hekimine karşı kaygısı ve korkusu bulunan, zihinsel veya fiziksel engeli olan, kooperasyon kurulamayan çok küçük yaşta ki hastalarda bilinçli sedasyon ve genel anestezi uygulamaları giderek yaygınlaşmaktadır. Yaygın çürükler, korku ve kaygı, zihinsel veya fiziksel engeller GA için temel endikasyonlardandır. Fakültemizde çocuk hastalarda öncelikle davranış yönlendirme teknikleri uygulanmakta, kooperasyon sağlanamayan ve engelli çocuk hastalarda ise GA yöntemine başvurulmaktadır. Ancak son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar özellikle inhalasyon anesteziklerin doza bağlı olarak otoregülasyonu bozduğunu göstermektedir. Otoregülasyon, vücutta serebral dolaşımın direncini ayarlayarak değişen sistemik ortalama arterial basınçlarda (OAB) serebral kan akımını sabit tutma kabiliyetidir. Bu doğrultuda, diş hekimliği GA uygulamalarında inhalasyon anesteziklerin daha düşük dozlarda kullanılarak otoregülasyonun devamına ve diş tedavilerinin sağlıklı bir şekilde yapılmasına imkan sağlayacak ideal dozların ve değişik ilaç kombinasyonlarının araştırılması gündeme gelmektedir. Çalışmamızda çocuk diş hekimliği rutin GA uygulamalarında, uygun ameliyathane koşulları sağlanarak izofluranın MAC ve MAC Awake konsantrasyonu uygulanan ve ağrı kontrolü lokal ve rejyonel anestezi ile sağlanan çocuk hastalarda, hemodinamik değerler, periferik ve çekirdek ısı değerleri belirli zaman aralıklarında kaydedilerek değerlendirilmiştir. GA uygulamalarında yeterli anestezi derinliği ile birlikte otoregülasyonun devamını sağlayacak, günübirlik tedaviye uygun, güvenilir ve ideal anestezik madde konsantrasyonun bulunması amaçlanmıştır. Çalışmamıza Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı’na başvuran yaşları 2 ile 15 arasında değişen 23’ü kız 22’si erkek olmak üzere toplam 45 çocuk dahil edilmiştir. Çalışmaya ASA I ve ASA II grubunda ki hastalar dahil edilmiş, zihinsel engeli olan ve ilaç kullanan çocuk hastalar dahil edilmemiştir. Tüm çocukların ebeveynlerinden detaylı anamnez alınmış ve çocukların ağız içi muayeneleri yapılmıştır. GA kararı verilmeden önce tüm hastalara davranış yönlendirme teknikleri uygulanmış, kooperasyon kurulamayan çocuk hastalar için GA altında diş tedavilerinin yapılmasına pedodontistler tarafından karar verilmiştir. GA, hastalarda randomize bir şekilde izofluran’ın MAC veya MAC Awake dozu ile sağlanmıştır. Tüm tedaviler Ekim 2007 ? Haziran 2008 tarihleri arasında Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde GA ünitesinde gerçekleştirilmiştir. Ebeveynlerden Sedasyon ve GA Bilgilendirilmiş Onam formu alınmıştır. Operasyon süresince tüm hastaların 2.,4.,6.,8.,10.,12.,14.,20.,30.,60.,90.,120. ve 150. dakikalarda, Fi O2 (İnspirasyonda alınan O2 miktarı), Fe O2 (Ekspirasyonda verilen O2 miktarı), Fe CO2 (Ekspirasyonda verilen karbondioksit miktarı), Fi izofluran (İnspirasyonda alınan izofluran konsantrasyonu), Fe izofluran (Ekspirasyonda verilen izofluran konsantrasyonu), SpO2 (Satürasyon), KAH (Kalp atım hızı), sistolik arteriyel kan basıncı (SAB), diastolik arteriyel kan basıncı (DAB), ortalama kan basıncı (OAB), periferik ve çekirdek ısı değerleri ölçülmüş ve kayıt edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen gruplara ait demografik değerler incelendiğinde, MAC ve MAC-Awake gruplarının yaş ortalamaları, cinsiyet dağılımları, operasyon süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. MAC ve MAC Awake grubunun LA miktarı ile O2 İnspirasyon, CO2 Ekspirasyon, izofluran inspirasyon, izofluran ekspirasyon, SPO2, KAH, SAB, DAB, OAB, Çekirdek ısı, Periferik ısı, Çekirdek-Periferik ısı değişim değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlenmemiştir. MAC ve MAC-Awake Gruplarının tüm zamanlarda O2 inspirasyon, O2 ekspirasyon, CO2 ekspirasyon, SPO2, ve KAH ortalama değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. MAC ve MAC-Awake Gruplarının indüksiyon sonrası idame döneminde izofluran inspirasyon ve izofluran ekspirasyon değerleri incelendiğinde, MAC grubunun izofluran inspirasyon ve izofluran ekspirasyon ortalamaları MAC Awake grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. MAC ve MAC-Awake gruplarının indüksiyon sonrası idame döneminde SAB, DAB ve OAB değerleri incelendiğinde, MAC ve MAC Awake grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmiştir. MAC grubu değerlerinin MAC Awake grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. MAC ve MAC Awake gruplarının indüksiyon sonrası idame döneminde çekirdek ısı, periferik ısı ve çekirdek-periferik ısı farkı incelendiğinde, MAC ve MAC Awake gruplarının arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir. Çalışmamızda, çocuk diş hekimliği GA uygulamalarında izofluran inhalasyon anesteziğinin, otoregülasyonun devamına imkan veren MAC Awake konsantrasyon düzeyinde lokal ve rejyonal analjezi desteği ile yeterli anestezi derinliği sağladığı sonucuna varılmıştır. Bu bulgular doğrultusunda izofluranın MAC Awake konsantrasyonunun, dental tedavilerin sağlıklı bir şekilde yapılmasına imkân verdiği ve günübirlik tedaviye uygun olduğu düşünülmektedir.


Yorum yaz