
-
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi
- http://tip.sdu.edu.tr/
- Hiçbir belirt gün hizmet vermektedir.
PROF. DR. MEHMET NUMAN TAMER
Üniversite: Süleyman Demirel Üniversitesi
Bölüm: Tıp Fakültesi

ÇALIŞMA ALANLARI

1. İnsülin (TR)
2. Vitamin D eksikliği (TR)
3. Vitamin D (TR)
4. Leptin (TR)
5. Geriatri (TR)
6. Adiponektin (TR)
7. Steroidler (TR)
8. Nane (TR)
9. Mentha (TR)
10. Kıllar (TR)
11. Hirsutismus (TR)
12. Cyproterone (TR)
13. Ultrasonografi (TR)
14. Tiroid neoplazmları (TR)
15. Neoplazmlar (TR)
16. Histopatoloji (TR)
17. Epidemiyolojik faktörler (TR)
18. Demo (TR)
19. Mevsimsel değişim (TR)
20. Enflamasyon (TR)
21. Antropometrik parametreler (TR)
22. İyot (TR)
23. Tiroid bezi (TR)
24. Flüor (TR)
25. Adiponectin (EN)
26. Geriatrics (EN)
27. Leptin (EN)
28. Vitamin D (EN)
29. Vitamin D deficiency (EN)
30. Insulin (EN)
31. Cyproterone (EN)
32. Hirsutism (EN)
33. Hair (EN)
34. Mentha (EN)
35. Mint (EN)
36. Steroids (EN)
37. Demographic characteristics (EN)
38. Epidemiologic factors (EN)
39. Histopathology (EN)
40. Neoplasms (EN)
41. Thyroid neoplasm (EN)
42. Antropometric parameters (EN)
43. Inflammation (EN)
44. Seasonal variation (EN)
45. Fluorine (EN)
46. Thyroid gland (EN)
47. Iodine (EN)
YÜKSEK LİSANS VE DOKTORA ÖĞRENCİLERİ
65 yaş üstü gönüllülerde D vitamin tedavisinin insülin sekresyonu, adiponektin ve leptin düzeylerine etkisi D vitamini ile ilgili yapılan çalışmalar son zamanlarda artmıştır. Diyabet prevelansının artması önleyici çalışmaları da beraberinde getirmiştir. D vitaminin vücutta bir çok organ ve fonksiyonlarıyla etkileşimi gösterilmiştir. Bu çalışmaya diyabet tanısı almamış olan ve OGTT ile doğrulanan 65 yaş üstü gönüllüler alındı. Dışlama kriteri olan hastalar çalışmaya alınmadı. 25(OH)D 20 ng/ml nin altında olan 48 kişilik gruba (Grup 1) onayları alınarak 2 ay süreyle D vit3 damla 50.000İÜ/hafta olarak verildi. 25(OH)D 20 ng/ml üstünde olan 12 kişilik grup (Grup 2) kontrol grubu olarak alındı. Gruplar arasında yaş bakımından anlamlı farklılık vardı. 25(OH)D artışıyla insülin sekresyonu, adiponektin ve leptin değerlerinde anlamlı korelasyon bulunmazken, hastaların başlangıç ve kontrolleri arasında bakılan değerlerde anlamlı değişiklikler saptandı. Korelasyon sonuçlarında anlamlı sonuç bulamamazın nedeni belki çalışmaya az hasta alınmasından kaynaklanıyor olabileceği düşünüldü. Anahtar kelimeler:İnsülin sekresyonu, 25(OH)D, adiponektin, leptin
Hirsutizmli hastalarda spearmint nane çayının etkinliğinin araştırılması ve oral kontraseptif ajanla karşılaştırılması The investigation of efficacy of spearmint tea and its comparison with oral contraceptive agent in patients with hirsutism
ÖZET Amaç: Hirsutizm, tedavisinde çeşitli tedaviler denenmesine rağmen modern tedaviler her zaman başarı sağlamamaktadır. Bu çalışmanın amacı hirsutizm tedavisinde spearmint nane çayı ile Siproteron Asetat ve Etinil-estradiol kombinasyonunun etkinliğini ve güvenirliliğini karşılaştırmaktır. Materyal ve Metod: Çalışmaya Haziran 2010-Mayıs 2011 tarihleri arasında Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji polikliniğine hirsutizm nedeniyle başvuran 37 hasta dahil edildi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Üç ay olarak planlanan tedavi süresince bir gruba (n=21) Siproteron Asetat ve Etinilestradiol kombinasyonu içeren bir oral kontraseptif (OKS); diğer gruba (n=16) günde 2 kez kullanılmak üzere 2 gram spearmintten hazırlanan nane çayı verildi. Hastaların tedavi öncesinde ve tedavi sonrasında hirsutizmleri Ferriman Gallwey Skorları (FGS) ile değerlendirildi. Başlangıç ve 3 ay sonrasında açlık kan şekeri, kreatinin, karaciğer fonksiyon testleri, lipid profilleri, insulin düzeyleri ve erken folliküler fazda estradiol, FSH, LH, DHEA-S, total ve serbest testosteron (TT, sT), 17-hidroksiprogesteron, androstenodion, seks hormon binding globülin (SHBG) ve 3-?-androstanediol glucuronide düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar: Çalışmanın başlangıcında her iki grup yaş, vücut kitle indeksi, bel çevresi, biyokimyasal ve hormonal parametreler ile FGS açısından benzerdi. 3 aylık tedavi sonunda nane grubunda DHEA-S, 3-?-androstanediol glucuronide ve FGS skorlarında anlamlı azalma saptandı. OKS grubunda ise DHEA-S, 3-?-androstanediol glucuronide ve FGS skorlarında azalmaya ilaveten SHBG, estradiol, total kolesterol, HDL kolesterol düzeylerinde anlamlı artış olduğu saptandı. Tedavi sonunda grupların karşılaştırılmasında FGS skorları benzerken; OKS grubunda nane grubuna göre anlamlı olarak sT daha fazla düştü, SHBG daha fazla arttı. Öneriler: Nane çayı tedavisinin hafif hirsutizm vakalarında OKS ile benzer etkiye sahip olduğunu, hastalarca iyi tolere edildiğini, ciddi yan etki gelişmediğini gözlemledik. Bu nedenle hafif hirsutizmi olan hastalarda tek başına veya kombinasyon tedavisi için nane çayı alternatif bir tedavi olabilir.
Bu çalışmada, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları polikliniğine başvuran tiroid kanserli hastaların, poliklinik arşiv dosya kayıtları incelenmiş ve bazı parametreler ele alınarak retrospektif bir çalışma yapılmıştır. Tümör boyutuna göre iki gruba (Grup 1; tümör boyutu 1 cm) ayrılan hastaların yapılan Student-t testinde; her iki grup arasında yaş, fT3, fT4, TSH, TG, anti-TPO, anti-TG, tamamlayıcı operasyon, postoperatif ses kısıklığı ve hipokalsemi belirtileri, tümörün multifokal olması, tümörün bilateral yerleşimi, nodül halosu, nodül anteroposterior çapı, nüks, tiroid ince iğne aspirasyon biyopsi sonuçları, nodül yapısı ve nodül ekosu, preoperatif ve postoperatif tanı özellikleri bakımından anlamlı ilişki saptanmadı. Grup 1 ve 2 arasında cinsiyet açısından karşılaştırma yapıldığında, iki grup arasında istatistiksel olarak sınırda anlamlılık saptandı. Grup 1 ve 2 arasında, TG değeri açısından bakıldığında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Grup 1’de ekstratiroidal tutulumu olan hasta saptanmadı ve iki grup arasında ekstratiroidal tutulumun varlığı ile istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Grup 2’de, tiroid kanserli nodüllerde ultrasonografik olarak saptanan mikrokalsifikasyon bulunma oranı diğer gruba göre daha fazla saptandı ve bu fark, istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Her iki grup arasında tümör tipleri açısından istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Grup 2’de tüm invazyon tipleri diğer gruba göre daha sık saptanmış olup, bu fark istatistiksel olarak da anlamlı bulundu. Çalışmamızda; hastaların %79,85’i evre-1, %6,20’si evre-2, %9,30’u evre-3 ve %4,65’i evre-4 olarak saptandı.
44-61 yaş grubu Türk kadinlarinda serum C-Reaktif Protein seviyesinin belirleyicileri
Serum CRP seviyesi bağımsız bir kardiyovasküler hastalık risk belirtecidir. Bu çalışmada Isparta ve çevresinde yaşayan kadınlardan oluşan bir örneklemde serum CRP seviyesinin belirleyicilerinin kesitsel olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Isparta Menopoz Sağlık ve Yaşam Biçimi Çalışmasına katılan 44-61 yaş arası 1106 kadından serum CRP seviyesi <10 mg/L olan ve antropometrik ölçümleri tam olan 1083'ü bu analizlere dahil edilmiştir. Katılımcılardan ayrıntılı antropometrik öykü alınmış; basit antropometrik ölçümler, DEXA (dual energy X-ray absorptiometry) ile vücut yağ oranı ve ultrasonografik karaciğer yağlanması değerlendirilmiştir. Çok değişkenli analizlerde serum CRP seviyesinin bağımsız belirleyicileri incelenmiştir. Çalışma katılımcılarının yaş ortalaması 51.1 ± 4.0, %45'i postmenopozal olup; ortalama BKİ 30.2 kg/m2, bel çevresi 84.1 cm, kalça çevresi 105.9 cm, bel-kalça oranı 0.79, vücut yağ oranı (VYO) %42.9 bulunmuştur. Hafif ya da ağır karaciğer yağlanması katılımcıların %49'unda tespit edilmiştir. Katılımcıların %40'ı çocukluklarında akranlarından daha kilolu olduklarını bildirmişlerdir. Yaş ve menopoz durumunun serum CRP seviyesi için bağımsız belirleyici değeri bulunamamıştır. Yüksek serum CRP seviyesi için en önemli 3 belirleyici karaciğer yağlanmasının derecesi, VYO ve 25 yaş sonrası BKİ artış hızıdır. Çocuklukta göreceli vücut ağırlığı, göbek üzerinden bel çevresi ve 25 yaşında BKİ de bağımsız olarak serum CRP seviyesi ile pozitif ilişkilidir. Serum CRP seviyesinde, çok değişkenli analizlerde gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra dahi sebat eden mevsimsel bir değişim tespit edilmiştir. Buna göre serum CRP seviyesi yılın ilk 6 ayında ikinci 6 aya göre daha yüksektir. Serum CRP seviyesini etkileyen faktörlerin daha iyi anlaşılması CRP'nin prognostik bir gösterge olarak kullanımında ve kardiyovasküler hastalıklarla ilişkisinde aracılık edebilecek mekanizmaların ortaya konmasında faydalı olabilir.
Isparta’da okul çağı çocuklarda florozis ve iyot durumunun tiroid volümüne etkisi
Isparta ilimiz iyot eksikliğine bağlı endemik guatr ve içme sularındaki flor fazlalığına bağlı endemik florozis bölgesidir. Endemik florozisin tiroid volümüne etkisini araştırmak amacıyla bu çalışma planlandı. Bunun için içme sularında florun fazla olduğu bilinen mahallelerden 261 (birinci grup), normal olduğu bilinen mahallelerden 298 (ikinci grup) öğrenci olmak üzere 10-15 yaş grubunda toplam 559 öğrenci çalışmaya alındı. Her iki gruptaki çocukların vücut gelişim parametreleri, diş değişiklikleri kaydedildi. Total tiroid volümüne (TTV) ultrasonografik olarak bakıldı. İdrarda iyot, flor ve kalsiyum düzeyleri ölçüldü. Okul başarıları için ders notları öğrenildi. Birinci gruptaki çocukların boy ve vücut ağırlıkları ölçümleri diğer gruba göre daha düşüktü. TTV’leri arasında fark saptanmadı ancak `Echobody’ indeksi (TTV / vücut yüzey alanı) birinci grupta anlamlı olarak yüksek bulundu (6,94±2,14, 6,48±1,53, p=0,003). İdrar flor düzeyi ile `Echobody’ indeksi arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı (r=0,084, p=0,047). İdrar floru birinci grupta anlamlı olarak yüksek bulundu (0,48±0,24, 0,22±0,17, p<0,000). Tüm çalışma grubundaki öğrencilerden floru yüksek olan 93 öğrenci ile normal olan 466 öğrenci karşılaştırıldığında TTV ve `Echobody' indeksleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı. İdrar iyot düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Birinci grupta okul başarısı diğer gruba göre anlamlı düşük bulundu. Çalışmamızdaki bu sonuçlar, hafif iyot eksikliği olan bölgemizde florun tiroid volümünü etkileyebileceği, ancak bu etkinin zayıf olduğunu göstermektedir.

Yorum yaz